17 Mart 2020 Salı

100. Yılında Milli Mücadele




Mili mücadele 1699’dan beri devamlı olarak geri çekilme halinde olan Türk milletinin ilk defa artık taarruza geçtiği dönemi simgeler. Türk milleti birinci dünya savaşı sonunda 1911’de başlayan Trablusgarp savaşından beri süregelen savaşlarda yalnızca koca bir imparatorluğu değil bütün maddi ve manevi varlığını da tüketmiştir. Osmanlı devleti dünya savaşı başlarken kimse tarafından ciddi bir müttefik olarak görülmemesine rağmen savaşın uzamasına sebep olarak çeşitli mevzi ve cephelerde başarılı olmuştur. Rusya’da başlayan ihtilal ve Brest-Litovsk Antlaşması ile doğu Anadolu’yu kurtarmakla kalmamış Kafkaslardaki karmaşadan faydalanarak Azerbaycan içlerine kadar ilerlemiştir. Ancak yeraltı kaynakları ve stratejik konumu nedeniyle savaşa katılan her devletin hayati önem verdiği bu bölgedeki başarısı kalıcı olmamıştır. Diğer yandan Irak ve Filistin cephelerinde üst üste alınan başarısız sonuçlar yıldırım orduları komutanı Mustafa Kemal’i artık Anadolu’yu savunmak düşüncesine itmiş ve bu yönde tedbirler almaya başlamasında öncü olmuştur. Bulgaristan’ın ateşkes imzalaması Almanya ile ilişkileri kesmiş ve müttefik devletlerin İstanbul ve Boğazlar üzerine yürümeye başlayacağı sırada Talat paşa ve hükumeti istifa etmiştir. Yerine başbakanlığa seçilen Ahmet izzet paşa diplomatik kanalları kullanarak müzakere yapmaya çabalamıştır. Bu sırada Romanya ve Bulgaristan savaştan çekildiğini ilan etmiş dolayısıyla Avusturya Macaristan İmparatorluğu fiilen dağılmıştır. Almanya ise şartsız barış istemek zorunda kalmıştır. Dünya savaşı sonrasında kendisine dayatılan ateşkes ve barış antlaşmalarıyla köşeye sıkıştırılmış Osmanlı yönetimi ve müttefikleri tarafından tam bir teslimiyetle kabul edilmiştir.(1) 



Mondros antlaşmasının imzalanmasının ardından itilaf devletlerinin Türk milletini vatan ve istiklalinden yoksun bırakmaya yönelik tutum ve davranışları üzerine, millet iradesinin belirlenmesi  ile cemiyetler kurulup mahalli kongreler icra edilmiş bu yaşanan olayların neticesinde İzmir’de ilk kurşunun, Samsun’da ilk adımın, Amasya’da ilk ilanın, Erzurum’da ilk duruşun, Sivas’tan doğruluşun ve nihayet Ankara’da varoluşun sesi olmak için harekete geçilmeye başlanmıştır. Vatanın ve İstiklalin kurtuluşunu amaçlayan bu ruh, fikir ve teşkilat Kuvva-i Milliye adıyla anılmaya başlanmıştır. Anadolu sağlamdır. Sırtımızı Anadolu’ya yaslayarak bu tehlikeyi berteraf eder ve istiklalimizi kazanırız düşüncesiyle hareket eden Türk İstiklal harbinin önderleri, düzenli orduya kadar geçen döneme Kuvva-i milliye dönemi demişlerdir. Geniş bir anlatımla Kuvva-i Milliye kendi atı, kendi silahı ve kendi donanımlarıyla, para ve yiyecekleriyle düşmanın karşısına çıkıp savaşan ve onları her alanda destekleyenlere verilen isimdir. Kuvva-i Milliye bir yandan düşmana karşı savaşırken bir yandan da iç isyanları göğüslemek zorunda kalmıştır. Damat Ferit paşa sadrazamlığı sırasında İngilizler’den aldığı destek ile ilk başta Ankara’dan yönetilen Milli Mücadelenin gayrimeşru olduğunu ispatlamaya çalışmış Kuvva-i Milliye’ye karşı çıkan ayaklanmalar büyük ölçüde İngiliz destekli Damat Ferit ve kabinesinin kışkırtması sonucunda olmuştur. Diğer yandan İngiltere başta olmak üzere bütün itilaf devletleri bağımsızlık peşinde koşan Rum ve Ermeni’leri de ayaklanması yönünde kışkırtmışlardır.(2)


Bu sırada İstanbul’da karmaşa artıyor, Hadisat gazetesinde Süleyman Nazif 9 Şubat 1919 tarihinde ‘’Kara bir gün’’ isimli yazı kaleme almış ve 466 yıldır başkent olan İstanbul’un 1918 yılına kadar işgal edilmediğini Türk milletinin esarete boyun eğmeyeceğini anımsatarak İstanbul’un küstah bir Napolyon çalımıyla işgal edildiğini ele alarak Fransız generali ve destekçileri olan azınlıkları eleştirerek ayıplıyordu. Süleyman Nazif’in bu yazısı büyük yankı uyandırdı. Fransızlar onu kurşuna dizdirtmek dahi istedi. Süleyman Nazif bir süre saklandıysa da 17 gün sora bulunarak Malta’ya sürgüne gönderildi.


 Düzenli ordu kurularak İnönü savaşları ve Sakarya meydan muharebesi sonrası geçen sürede Türk askeri birlikleri sayısı ancak 186.000 kişiye ulaşıyor ve 200.000 olan Yuna birliklerine ancak denk geliyordu.(3) Yunan ordusunda ise uzayan savaş ilk firesini veriyor ve ordu başkomutanlığına general Papulas yerine general Hacıanestis getiriliyordu. Hacıanestis Afyon tahkimatlarını denetlerken Albay Plastiras’ı politikaya meraklı olduğunu ileri sürerek aşağılamıştır. (Hacıanestis savaş sonrasında çıkarıldığı mahkeme hakkında  idam kararı vermiş ve albay Plastiras tarafından sandalyeye ters oturtturularak kurşuna dizilmiştir)  Bütün tahkimat hattını dolaştım fakat Mustafa Kemal adında bir komutan göremedim diyen Hacıanestis büyük taarruzun başlamasından sonra İstifa ederek Yunanistan’a kaçmış ve yerine general Trikopis başkomutanlığa getirilmiştir. Haberleşmede yaşanan aksaklıklar nedeniyle Trikopis başkamutan olduğunu Esir olarak getirildiği Uşak’ta Mustafa Kemal’den öğrenir.(4) Türk ordusu, Yunan ordusundan sayı ve ikmal bakımından geride olmasına karşın Yunan ordusuna 3 başkomutan değiştirtme kudretini göstermiş ve Afyon İzmir arası yaklaşık 340 KM Yolu Yunan ordusunun artıklarını süpürerek günde 10 KM ilerleme başarısı göstermiştir. 

Milli mücadeleyi birde böyle okuyun;

Geçirdiğimiz buhranlı günlerin şerefli kahramanlarını hep beraber kutlayalım. Onlar arasında muharebe meydanlarında düşman silahıyla göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi yangınlarda, ateşlerde yakılmış bedbaht çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır. Onlar arasında namuslarına tecavüz edilmiş  ebediyen ağlamaya mahkum genç kızlar vardır.  Onlar arasında  yurtlarını terk etmiş aileler ve evlatlarını gömmüş analar vardır ve yine onlar arasında muharebedeki namus görevini şerefle yaparak bugün memleketlerine dönmüş gaziler vardır. Onlardan şehadet şerbetini içmiş olanların ruhlarına Fatihalar sunalım. (5)

 Sonuç:

Bir millet tarihte kazandığı zaferleri, duygu ve düşüncelerini bir sonraki kuşaklara aktarabildiği sürece zafer kazanmış sayılır. Millet olarak yeterince bir sonraki kuşaklara yaşanan olayları aktaramamışız. Coğrafyamızı bu ölçüde düzenleyemediğimiz ve sanat etkinlikleri yapamamış olduğumuz görülüyor. Şiirde, edebiyatta, kitapta ve sinemada bu alışverişi doyurucu bir şekilde dile getiremedik ve gözler önüne seremedik. Belkide daha ilginç olanı batılılaşma süreci içerisinde batılılara karşı ayıp olmasın diye onlara karşı kazandığımız bu zaferleri pek dillendiremedik. Bu değerlerimiz bizden önceki kuşaklarda kalmamıştır, kalmamalıdır. Kitaplarda ve gazete sayfalarında da kalmamalıdır. Yetişen kuşaklara mal edilmelidir. Bu şekilde olduğunda biz duygusuna ulaşmak kolaylaşır. Birlik ve beraberlik için toplumsal olaylara bakış kolaylaşır.  Milli Mücadele dönemi Türk milletinin nasıl başarılı olduğunu bu varoluş mücadelesini nasıl milletin iradesine dayanarak yapıldığını anlamak amacıyla her bir Türk vatandaşının gözden geçirmesi açısından önemlidir.





Kaynakça;


1) Cezmi Erarslan  İmparatorluktan Ulus Devlete  https://ata.yeditepe.edu.tr/sites/default/files/htr301_-_htr302_imparatorluktan_ulus_devlete.pdf

2)Tam bağımsızlığa giden yol İstiklal harbi Süleyman Beyoğlu https://docplayer.biz.tr/105109732-Imparatorluktan-ulus-devlete-turk-inkilap-tarihi.html#show_full_text

3) Milli Mücadele döneminde Türk Yunan lojistik gücünün karşılaşırılması Murat Köylü https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/225635


5) Milli Mücadele Yılları https://www.ktb.gov.tr/TR-96465/milli-mucadele.html (Atatürk’ün S.D.I, s 308—309)

6) İbrahim İnci Cumhuriyet Düşüncesi İle İlgili Gelişmeler ve Cumhuriyetin İlanına Yönelik Tepkiler
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/900414

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Kanlı Oyun Futbol

       Futbol; Mısır mezarlarında ayakla top oynayan insan figürlerine rastlandığı söyleniyor. Hunlar'ın bu oyunu bulduğu orta Asya'da bu oyunun kızlarla erkeklerin beraber oynadığından bahsediliyor. Avrupa'da ise futbolun İngiltere üzerinden yayıldığı temel olarak ele alınıyor! Türkiye'de ise bütün buluşlar gibi futbol da bu gecikmeden nasibini almış bir oyun olarak görülebilir. Ama bu gecikmeli gelen oyun sırasında izleyenler yanyana durabilimiş ve gönül verdikleri renklere destek olabiliyormuş diyorlar yani ben öyle duydum! Çünkü şu an yan yana gelemeyişimizi düşündükçe pek inandırıcı gelmiyor çoğumuza! Eskiden büyük fotbolcular futbola veda ederken rakip takım formalarını giyebiliyormuş. Bu söylemde pek inanılası değil. Neden mi? Bize göre takımı için kavga eden ya da ediyormuş gibi görüneneler büyük fotbolcu! Sahada yaşı nedeniyle en büyük olan kişiye saygı gösteriliyormuş! Biz buna da inanmıyoruz. Türkiye'ye geldiği günden beri hem yaşı hemde kariyeri göz önüne alındığında büyük hatta kocaman bir saygıyı hak eden futbolcuya elli bin (50.000) kişi bir ağızdan saydırıyoruz! Takım ayırt etmiyorum hepimiz ayrı renklere gönül verip hemen hemen aynı şeyleri yapıyoruz!

       Alt liglere bakıyoruz başarı elde eden takımları diğer takımlar alkışlarken biz yani üst liglerdekiler savaşa hazırlanoyuruz! Futbol adam bıçaklamaktır! Dünya değişiyor düşünceler değişiyor insanlar değişiyor biz hâlâ aynı. Avrupa'da on(10) yılda bir görülen gök taşı gibi kısa bir dalgalanma yaratıp kabuğuza çekiliyoruz birbirimizi yemeye başlıyoruz. Herşeye bakıyoruz ve sadece olay yaşandıktan sonra sosyal medyada yorum yapıyor yazılı ve görsel medyada nutuk atıyoruz. Oysa deplasman yasağı çıktığında iyi oluyor diyor taraftarları potansiyel suçlu olarak gösterebiliyoruz. Bakın dünya üzerinde kullanılan dillerin görebilen insanların lehine olduğunu fark ettiniz mi? (Elbette fark etmediniz) Biz sadece bakıyoruz çünkü ellerimiz tetikte değil ellerimiz tweet'te face'de olay olsada eleştirsek mantığındayız! Bizim tek problemimiz görememkte değil, konuşmakla, deneyimlere uygun kelimeri, deyimleri bulmakla ilgili bir çok sorunumuz var! İnsanların nasıl konuştuklarını düşündünüz mü? Bu işin sonunun nereye varacağını görüyorum... Bak şimdi... Benim bakış açıma göre... Satır aralarını okuyup gizli anlamı görürsek... Bu olayın başıma geleceğini göremedim... Bu senin bakış açına göre değişir... Resimleri görüp ne demek istediğimi anlayabildiniz mi? Elbette çoğu kişi anlamadı! Biz sadece bakıyoruz. Bu tür olayların olacağı yıllar öncesinden belli değil miydi?
                                                                           
      Cihat Aktaş ismini sorsan birçok Beşiktaş taraftarı hatırlamayacak çünkü sadece bakmakla ve yorum yapmakla yetiniyorlar. Fenerbaçe Bursaspor maçında Bursa taraftarı Muharrem ağabey bıçaklı saldırıda yaralandı çocuğu Kadir'in gözleri önünde ölseydi! Ölmediğine göre sorun yok! Fatih Çalışkan için hangimiz hesap sordu! Elli bin kişi statda ama kalp krizi geçiren adama ilk yardım 15 dakika sonra ulaşıyor! Daha doğrusu hesap sorulsa dahi muhattabı kim olacaktı? Ben Galatasaray taraftarıyım ilk yarıdaki  maçtan sonra bizim bindiğimiz metrobüse de saldırdılar ben ya da benim gibi maçtan dönen bir insan da ölebilirdi! Sorumlu kim olacaktı? Derken next station Edirne kapı metrobüs durağı ve Fenerbaçe taraftarı Burak Yıldırım'a yapılan saldırı, hepimiz üzüldük hepimiz kahrolduk ama hala bakıyoruz! Göremiyoruz abi #KatilGalatasaray yazıp geçiyor herkes! Ey bu yazıyı okuyan kardeşim hepimiz küçükken kendi mahallesinde futbol oynuyordu ama hepimiz farklı takımları destekliyordu ve kavga etmiyorduk. Tek derdimiz bir top bir de kale olmasıydı. Sonra endüstri işin içine girdi futbol globalleşti derken yan yana bile zor geliyoruz! Ey bu yazıyı okuyan kardeşim artık mahallede futbol oynayabileceğimiz pek bir alan kalmadı ama halısahada farklı renkerde bir forma görürsen sinirlenme ve bu olaylara maruz kalmadığın için defalarca şükret!

Uç nokta; Ne yazık ki taraftar ölümlerine neden olanlar bu haber üzerinden prim yapmaya çalışacak sosyal medya, klüp yöneticileri, federasyon ve devlet yetkilileri olacak! Haberin olsun...



                                                       




25 Mart 2013 Pazartesi

VAHŞİ DOĞU




Tarih; geçmişteki olaylara ait bilgilerin keşfi, toplanması, bir araya getirilmesi ve sunulması bilimidir. Tarihi bilgi, geçmişteki olaylara ilişkin tüm bilgilerin, olayların anlam kazandığı dönemin şartları göz önüne alınarak, mümkün olduğunca nesnel bir şekilde anlatılmasına bağlıdır. Çok geriye gitmeye gerek yok son 30 yılın tarihine bakıldığında  özellikle sermaye son 20 yıldır orta doğuya kayıyor global sermaye diyorlar ya hani o sermaye işte. Anadolu'ya bakıldığında kendi halinde yaşayan bir millet görülüyordu. Osmanlı döneminden ele alacak olursak Anadolu insanı devletin aklına genelde savaş zamanında  asker lazım olduğunda geliyor barış döneminde ise pek hatırlanmıyordu diyebiliriz. Günümüzde Anadolu'ya bakıldığında hani slogan haline gelen Sivas'tan ötesine özellikle bakıldığında ki sanki Sivas'tan sonrası ülke sınırlarına dahil değilmiş gibi! Bu  topraklarda yaşayan insanlar birbirlerine dostça bakıyordu, adam gibi yaşamaya çalışıyordu. Çok fazla siyasi terimlere girmeden açıkça söylemeliyiz ki Sivas'tan ötesi cümlesi ne zaman ki anlam kazandırılmaya başlandı. Ne zaman ki olmayan sorunlar var gibi gösterilmeye başlandı. Ne zaman ki mücadele edilmesi gerekenler ile müzakere edilmeye başlandı altını çizerek belirtmek gerekir ki mücadele edeceğin kişi ya da kişiler ile müzakere edersen o kişiler bir kimlik bir şahsiyet kazanır. Bu kanun sokak kavgalarında bile geçerlidir. Peki siyaset değişirken terör örgütleri saldırılarının yapısı değişmez mi?



      Artık vur kaç çapraz ateş saldırıları ya da araç bombalama çok kırsal bölgede olmaması durumunda yapılmıyor, kitle imha silahları vardı eskiden şimdi kitleler silah olarak kullanılıyor. Nasıl mı? Dikkat ettiyseniz bdp heyeti Karadeniz'e gitti ve o bölge bu durumu pek hoş karşılamadı karşılanmasını da kimse beklemiyordu zaten. Bdp Karadeniz'e bir oy kaygısı bulunmadığı için gitti aksi takdirde farklı bir şekilde Karadeniz bölgesine bu anlaşmanın açıklaması ciddi bir oy kaybına neden olacak ve dengeleri değiştirecek düzeyde bir sarsıntı oluşturacaktı. Ayrıca bdp heyetinin Karadeniz'e gönderilmesi ile devletin ortaya koyduğu şartları kabul et yoksa karşında böyle ayaklanmış bir topluluk bulacaksın mesajını verildi. Peki sonra ne oldu? Bdp Diyarbakır'da rest'e rest ulan dedi tek bir  Türk bayrağı alana sokmadan yüz binlerce kişiyi bir arada toplayıp barış yapılacaksa bizim şartlarımız var dedi. Bakınız Karadeniz insanı ile Güneydoğu insanı bu şekilde karşı karşıya getirildi. Bursa'da Cumartesi günü vur de vuralım öl de ölelim sesleri yükseldi iki ordunun savaş meydanında karşılaşması gibi bir fotoğraf çıkıyor meydana! Peki çevremizdekiler ne yapıyor. Irak'tan eli kolunu sallayan uçaksavarlarla içeri giriyor. İran dost mu düşman mı bilen varsa ayağını 65 cm öne atsın canım bir adım öne çıksın işte! Suriye ordu kapısına dayanana kadar teröre yataklık etmiyor muydu? Yunanistan sınıra hendek kazmaya başlamıştı 2 yıl önce öyle üç beş metre değil 120 km, iki milyon dolarlık silah anlaşması imzalamış bu yoklukta ulan kankaysak o silahları ne yapacaksınız?

                                                                   

     Ben çok utandım adamlar esir aldıkları kişileri ki çoğu asker biri de kaymakam güle oynaya teslim ediyor. Milli istihbarat teşkilatı ülkenin üç km dışındaki vatandaşını alıp gelemiyorsa yazık gerçekten yazık! Onların tek görevi imralı ile muhabbet değil! Ayrıca İmralı ile ne görüşüyorsunuz ki gidin kandil ile görüşün en azından adamların ellerinde silah var İmralı'da ki adam zaten bitmiş. Hem siz değil miydiniz ordunun önde gelen subaylarını anayasal düzeni yıkma suçuyla cezalandıran 18 yıl ceza veren, pkk 35 yıldır anayasal düzeni yıkmakla ilgili mücadele içerisinde değil mi? Adamların elinde silah var silah! Bu durumu görmek için siyaset bilimi okumaya gerek yok. Bu süreç bu şekilde devam ederse bu kadar taraf olunursa yarın adamlar bizim özgürlüğümüz yıllarca gasp edildi hakkımız olan topraklarda huzur ve refah içerisinde yaşayamadık biz hakkımız olan toprakları istiyoruz derse ne olacak. Ne  mi olacak insan haklarının yılmaz savunucusu birleşmiş milletler devreye girecek ve Güneydoğunun elden çıkması bile söz konusu hale gelebilecek. Canım ne alakası var amma abarttın diyebilirsiniz. Karar sizin...



   Şu noktaya dikkat etmeliyiz ki doksanlı yılların başlarında feodal yapı ters düz olunca ayakta kalabilmek için pkk etnisite kimliğine büründü ve eylemler ile sesini daha fazla duyurmaya başladı. Peki nerede görülmüş terör örgütünün İmranlı'daki sözde liderinin ben hükumeti seviyorum, destekliyorum, inanıyorum. Milli istihbarat teşkilatına sahip çıkmalıyız onları harcamamalıyım dediği. Mektubun biri Brüksel diğeri Irak öbürü Abd bir tane de kandile gidiyor demek ki 4/1 söz hakkı var kandilin yok eğer aksini iddaa eden varsa buyursun! Tabi terör sorununa çözüm bulmak gerekir ama bu yolla olmaz olmadı zaten gördüğünüz gibi. Çünkü biz bu topraklardayken geçmiş dönemde dünyanın süper gücü nasıl Osmanlıya karşı Ermeni kartını kullandıysa bugün devrin süper gücü ya da güçleri terör kartını aynı şekilde ortaya atıyor. Buğun pkk silahla yapamadığını siyasetle yapamayacak diye bir kaide yok.. Haberiniz olsun...

Not:Adaletin ölçüsü her zaman uzlaşma değildir. Bir kişi savunuyor olsa dahi adaletin değeri düşmez.Bu durumu ben anlayamam, biz anlayamayız, siz anlatamazsınız...

14 Mart 2013 Perşembe

YARI FİNAL YAKIN KURALARA BAKIN



Yine ayın 12. günü kendi uğuruyla gelmişti. Samiyen'de taraftarın ıslıkladığı oyuncular homurdandıkları takım schalke deplasmanında tarih yazdı ve çeyrek finale adını yazan takımımız oldu. 13 mart Çarşamba günü herkes Galatasaray'ı konuşuyordu ilk yarıda futbolumuzun hastalığı olan duran top pozizyonu dışında kaydadeğer bir pozizyonu olmayan Schalke karşında Galatasaray avantajlı skoru aldı. Almaması zaten süpriz olurdu Hoöwedes diye bir stoper var schalke'nin defans yapmasına gerek kalmıyor Matip ilee tek olumlu yönleri kafa toplarına hakim olmaları kötüler demiyorum ama dikkatlice izledyseniz koşularda ve top kontrolünde ikiside çok ağır kalıyor.

                              

Çerek finalde nasıl bir eşleşme olur bunun için derin analize gerek yok. Barcelona kiminle eşleşirse eşleşsin kesin favori, Münih Barcalona ile eşleşmesse kesin favori, Dortmunt Barcelona ve Münih ile eşleşmesse favori, Real Madrid Barcelona, Münih ve Dortmunt ile eşleşmesse favori geriye kalan Malaga, Juventus, Galatasaray ve PSG ise her an herşeyi yapabilecek bombayı rakibin kucağına bırakabilecek takımlar ki Avrupa'nın ilk sekiz takımı söz konusu. Herkesin gönlünden geçen bir rakip var ben Juventus'u istiyorum. Hiç haz etmediğim PSG de gelse fena olmaz. Bunun dışında Barcelona ve Münih eşleşsin Real ile Dortmunt eşlesin Malaga'ya da Psg düşsün uğraşıp dursunlar birbirleriyle.

 İkincilik heyecanı liğe ayrı bir neşe katıyor ama heyecan ve başarı çıtasını yine Galatasaray yükseltiyor. Hiç farketmiyor gerçekten hiç farketmiyor Alman, İtalyan, İspanyol, İngiliz hiç fark etmiyor...


                                                               
                                                                 
                                                                  
                                                                       

13 Mart 2013 Çarşamba

MESELA


         Mesela,

        Kelime anlamı örnek vermeden önce kullanılan bir sözcük olarak görülür ama o verilen örnekler çok basite alınacak türden değildir.


                               
     

       Mesela, kişi eski anılarını düşünmeye başladığında insan bu hale düşmeye görsün en çaresiz kaldığı an demektir. Bir şarkıyı defalarca dinlemeye başlar. Sonrası mı? Mesela birilerini ve bir şeyleri düşünmek yara gibi bir duygu. Düşünce ne kadar derinleşirse yara da o derece ağır oluyor haliyle. Geçmişte yaşadıkları  ya da yaşamak istedikleri aklına geliyor, telefonda duyabileceği bir sesin kendisini ne kadar mutlu edebileceğini düşünmeye başlıyor. Sonra yara iyice ağırlaşıyor mesela öyle günler yaşıyoruz ki ''üşüdüysen ceketimi vereyim demek yerine üşüdüysen bize gidelim'' dese bu hallere düşmeyeceğini anlıyor. Mesela kim bilir ne anlama geliyor eskiden insanların hüzün dediği şey diye dalıp gidiyor ama asıl meselenin zalim olmaktansa mazlum olmak, katil olmaktansa maktul olmak böyle mutlu olmaktansa mahrum olmak olduğunu anlaması için  zaman gerekiyor.

      Şöyle bir şarkı sözlerine bakmak aklınıza gelir mi mesela ne gibi bir anlam taşıyor ne anlatıyor neden dinleniyor. Sözler şöyle olsa mesela bir anlam taşımaz mı? Şarkı Seden Gürel'in biri bu şarkıyı slow akustik cover yapsa çokta güzel olur.

              Gizliden dolar ya gözlerin bazen
              Bil ki seni düşündüğümden
              Nedensiz dalar giderim ya bazen
              Bil ki sen aklıma geldiğinden

              Gönlülün benden yana olduğunu
              Gözümle görsem inanmam
              Yine de en olmadık anda bile
              Düşünmeden duramam

              Hayal bu ya, farzet sevmişsin sen,
              Olmaz ya, hani olmuş mesela
              Hayal bu ya, sarmış kolların
              Olmaz ya, hani yanlışlıkla

     Hangimiz mesela bir fotoğrafa saatlerce bakıp durmadık ki. Hangimiz gecenin bir yarısı o adam gibi radyo programlarını beklemedik. Hangimiz gözlerini kapatınca saatlerce uyuyor numarası yapmadı ki. Bak eskiden insanlar şöyleydi böyleydi ama delikanlı adamdı derlerdi. Eskinden insanlar onuruna ve gururuna söz getirmemek için elinden geldiğince çaba gösterirdi şimdi ise insan bu vasıfları taşıyıp ahmak gibi ölmekten korkuyor. Mevzuyu anlıyorsun değil mi? Mesela bu yazıdan kendine pay çıkartıyorsan eğer aşağıdaki  bölümü dikkatli oku. Gerekirse bir daha oku mutlaka.
                                                         
                                                                                                                                                                                                                    

     Kapitalizm aşkı da kendi göğsünde yumuşatıp eritebildiğini  her 14 şubat günü gösteriyor mesela. Sen ne yapıyorsun! Düşünme sen boş gelen arabaları uzayan yollara bakan gözlerin dolmasın artık öyle sessiz kalma  bekleme birilerini beklediğin, istediğin şeyler öyle bir yerde biter ki sen bile şaşırırsın. Sana göre değil sahilde yalnız yürümek otobüse bindiğinde şoföre veya yanındakine sor yanlış gidersin, evden çıkarken ocağı iki defa kontrol et kapıyı kilitledin mi diye düşün yoksa çıkma dışarı! Sevginin günü mü olurmuş sadakatsiz sevgi mi olur diye fazla dert etme pırlanta reklamlarından da gördüğün gibi insanın kalbine giden yol basit ama çok yüklü bir maliyeti var! Önce bunu öğren.Karşıdan karşıya geçerken trafik ışıklarına dikkat et ışık yoksa sakın karşıya geçme sakın! Zaman bir yarayı kapatmak için yeterli değil bunun için acı da lazım. Kendine mesafe koyma durakta beklerken önüne bak havaya bakma! Çaresiz kaldım diye de çok fazla dert etme çaresizlik kötülüğün mimarıdır çoğu zaman yoksa yıkıldığının resmi çıkar ortaya haberin olsun!


Not; İş bu yazıda 11 defa vurgulama amaçlı mesela kelimesi kullanılmıştır...


 


         

   

           

   

21 Şubat 2013 Perşembe

NEREDE ÇOKLUK ORADA İSTATİSTİK

Zemin kötü oluyor, hava kötü oluyor, hakem kötü oluyor, şanssızlık oluyor, futbolcusunu yuhalayan ve ıslıklayanlar taraftar oluyor. İstediğimiz oyun bir türlü olmuyor diye dert yanan oluyor. Şimdi çoğu kişi şu sorulara cevap arıyor.




1- Futbolcunu neden ıslıklıyorsun?

2- Oynanan futbolu beğenmiyorsan tribünde ne işin var?

3- Fotbolu bu kadar iyi biliyorsan analiz edebiliyorsan neden saha içinde ya da kenarında değilde tribündesin?

4- Stada gelmekte bir konsantrasyon meselesidir. Sen konsantre olamadığın için mi elinden telefon düşmüyor?

5- Her 10 kişiden 4 ünün boynuna asılı dslr fotoğraf makinası taşınması bir zorunluluk mudur?
 Stadyumların küçük çapta bir photographer ülkesi olmadığının farkında mısın?

6- Futbolun alkolsüz izlenilebilen bir oyun olduğunun farkında mısın?

7-  Daha çok para harcayıp kale arkası yerine kapalı  ya da numaralı tribünde maç izlemek sana extra bir sorumluluk ya da hissiyat mı yüklüyor?

8- Sadece şampiyonlar liği baz alındığında 7 top direkten dönmüş ve 7 maç oynanmış ve senin için istatistikler bu kadar önemliyse takım 8 gol atmış ve %50 oranında turu geçme şansın var atılan 8 golün 5 tanesi deplasman maçlarında atılmışken neden karamsarlık hissediyorsun?

9- Takımına küfredersen her an futbolcunu ıslıklamaya hazır bir durumda siperde beklersen  takımın başarısına sevinmene gerek olmadığının çünkü bu başarıda küçükte olsa bir katkın olmadığını ne zaman farkedeceksin?

10- Bu sorular sana sorulup cevap beklenirse kendini huzursuz hisseder misin?

                                        

3 Aralık 2012 Pazartesi

TRİBÜNDEN BAKIŞ

     



    Tribün bir yaşam biçimidir. Hani hepimizin başına gelmiştir aile büyüklerimiz derler ya oğlum ne işin maçta evde televizyon yokmu aç izle. Orada olaylar çıkıyor o kadar serseri arasında ne işiniz var. Futbolun iki temel canlı unsuru var. Bunlar futbolcu ve taraftar. Geri kalan hakemler, gazeteciler, yorumcular bunlar sadece orda bulunması gereken canlı araçlardır. Futbolcunun temel ilişkisi para ile olarak görülür diğer bir deyişle bu işi profesyonel olarak yapıyor ama futbolcu bir motor değil. Duygusu var hırs ve coşkusu var. Taraftar olmadan futbolcu olmaz futbolun anlamı hiç olmaz, taraftar olmadan 30 yaşında bir adamı topun peşinde koşarken görseler o adama futbolcu değil deli derler.


     Açıkça belirtmek gerekiyor tribün tabiatı dolayısıyla vahşidir. Severse tam sever, yıldız futbolcu 3 sezon oynamasın ses çıkarmaz yine bağırır, yine adını yazar pankartlara. Gerçek tribün irrasyoneldir, karşılıksızdır ama asla platonik değildir. Sahiplenir belkide daha ötesi olur. Orda burda gezinip caka satanlara en güzel cevabı tribün verir çünkü tribün emektir sevilen ve özenilen  adamları vardır. Çok ama çok zordur sessiz, derinden, kalpten tribüne bağlı kalmak.

    

                                                   


     Tribün oyunun bir parçasıdır. Sahadan önce tribünlere bakarsanız sürekli oyunun içerisinde olduğunu görürsünüz. Tepki verir alkışlar sürekli her pozizyon için ahlar yükselir. Herkes oyunun içerisinde herkes oyunun bir parçası çünkü. Peki futboldan kim anlar. Futboldan anlamak çok boyutlu bir kavramdır. Bizdeki şekli de anlıyormuş gibi görünmektir. Böyle günlük tarışmalar içerisinde bu duruma sıkça televizyonlar dahil olmak üzere her yerde rastlayabilirsiniz.


     Söylemekte bir sakınca görmüyorum farklı spor dallarından anlayan insan sayısı yok denecek kadar az ama konu futbol olunca durum değişiyor sanki salgın bir hastalık gibi yayılıyor. Ayrıca futbolu sevmenin tek yolu futbolu anlamaktan geçmiyor. Oynamak, seyretmek, kendi becerisine göre yorumlamak tuttuğun takım galibiyetine sevinmek, yenilgisine üzülmek yanlışlara, haksızlıklara tepki göstermek gibi bu işin bir çok yadırgayamayacağımız boyutu var. Tribünler her statüden insanı içerisinde barındıran yegane bir ortam ve bir çoğumuz hayatın kalbi olarak görüyor .

                                                           
                                                            

   
   Son yıllarda taraftar profilinin ve tribün kültürünün değişmesiyle fetret devrini geçiren futbolumuza olumsuz olarak yansıyor. Ülkemizde bir takımın taraftarı olmak halkın büyük bir bölümü ve hatırı sayılır derecede sosyal medya, yazılı ve görsel medya tarafından olumsuz izlenime sahip. Bu bahsettiğim çevreler taraftarları potensiyel suçlu olarak göstermekte! Bu ülkede futbol kitleler halinde takip ediliyor ama yine bu ülkede maça gitmek tehlikeli bir olay olarakta gösterilebiliyor. Tribün kültürü bir felsefeyi benimser emek verilen her iş değerli, kıymetlidir. tribünde sesi çıktığı kadar tribün dışında da sesini duyurmak ister. Tribün kültürü bu tanımlar ele alındığında başlı başına bir değerdir.