Mili mücadele 1699’dan beri devamlı olarak geri çekilme
halinde olan Türk milletinin ilk defa artık taarruza geçtiği dönemi simgeler.
Türk milleti birinci dünya savaşı sonunda 1911’de başlayan Trablusgarp
savaşından beri süregelen savaşlarda yalnızca koca bir imparatorluğu değil
bütün maddi ve manevi varlığını da tüketmiştir. Osmanlı devleti dünya savaşı başlarken
kimse tarafından ciddi bir müttefik olarak görülmemesine rağmen savaşın uzamasına
sebep olarak çeşitli mevzi ve cephelerde başarılı olmuştur. Rusya’da başlayan
ihtilal ve Brest-Litovsk Antlaşması ile doğu Anadolu’yu kurtarmakla kalmamış
Kafkaslardaki karmaşadan faydalanarak Azerbaycan içlerine kadar ilerlemiştir.
Ancak yeraltı kaynakları ve stratejik konumu nedeniyle savaşa katılan her
devletin hayati önem verdiği bu bölgedeki başarısı kalıcı olmamıştır. Diğer
yandan Irak ve Filistin cephelerinde üst üste alınan başarısız sonuçlar
yıldırım orduları komutanı Mustafa Kemal’i artık Anadolu’yu savunmak
düşüncesine itmiş ve bu yönde tedbirler almaya başlamasında öncü olmuştur.
Bulgaristan’ın ateşkes imzalaması Almanya ile ilişkileri kesmiş ve müttefik
devletlerin İstanbul ve Boğazlar üzerine yürümeye başlayacağı sırada Talat paşa
ve hükumeti istifa etmiştir. Yerine başbakanlığa seçilen Ahmet izzet paşa
diplomatik kanalları kullanarak müzakere yapmaya çabalamıştır. Bu sırada
Romanya ve Bulgaristan savaştan çekildiğini ilan etmiş dolayısıyla Avusturya
Macaristan İmparatorluğu fiilen dağılmıştır. Almanya ise şartsız barış istemek
zorunda kalmıştır. Dünya savaşı sonrasında kendisine dayatılan ateşkes ve barış
antlaşmalarıyla köşeye sıkıştırılmış Osmanlı yönetimi ve müttefikleri tarafından
tam bir teslimiyetle kabul edilmiştir.(1)
Mondros antlaşmasının imzalanmasının ardından itilaf
devletlerinin Türk milletini vatan ve istiklalinden yoksun bırakmaya yönelik
tutum ve davranışları üzerine, millet iradesinin belirlenmesi ile cemiyetler kurulup mahalli kongreler icra
edilmiş bu yaşanan olayların neticesinde İzmir’de ilk kurşunun, Samsun’da ilk
adımın, Amasya’da ilk ilanın, Erzurum’da ilk duruşun, Sivas’tan doğruluşun ve
nihayet Ankara’da varoluşun sesi olmak için harekete geçilmeye başlanmıştır.
Vatanın ve İstiklalin kurtuluşunu amaçlayan bu ruh, fikir ve teşkilat Kuvva-i
Milliye adıyla anılmaya başlanmıştır. Anadolu sağlamdır. Sırtımızı Anadolu’ya
yaslayarak bu tehlikeyi berteraf eder ve istiklalimizi kazanırız düşüncesiyle
hareket eden Türk İstiklal harbinin önderleri, düzenli orduya kadar geçen
döneme Kuvva-i milliye dönemi demişlerdir. Geniş bir anlatımla Kuvva-i Milliye
kendi atı, kendi silahı ve kendi donanımlarıyla, para ve yiyecekleriyle
düşmanın karşısına çıkıp savaşan ve onları her alanda destekleyenlere verilen
isimdir. Kuvva-i Milliye bir yandan düşmana karşı savaşırken bir yandan da iç
isyanları göğüslemek zorunda kalmıştır. Damat Ferit paşa sadrazamlığı sırasında
İngilizler’den aldığı destek ile ilk başta Ankara’dan yönetilen Milli
Mücadelenin gayrimeşru olduğunu ispatlamaya çalışmış Kuvva-i Milliye’ye karşı
çıkan ayaklanmalar büyük ölçüde İngiliz destekli Damat Ferit ve kabinesinin
kışkırtması sonucunda olmuştur. Diğer yandan İngiltere başta olmak üzere bütün
itilaf devletleri bağımsızlık peşinde koşan Rum ve Ermeni’leri de ayaklanması
yönünde kışkırtmışlardır.(2)
Bu sırada İstanbul’da karmaşa artıyor, Hadisat gazetesinde
Süleyman Nazif 9 Şubat 1919 tarihinde ‘’Kara bir gün’’ isimli yazı kaleme almış
ve 466 yıldır başkent olan İstanbul’un 1918 yılına kadar işgal edilmediğini
Türk milletinin esarete boyun eğmeyeceğini anımsatarak İstanbul’un küstah bir
Napolyon çalımıyla işgal edildiğini ele alarak Fransız generali ve destekçileri
olan azınlıkları eleştirerek ayıplıyordu. Süleyman Nazif’in bu yazısı büyük
yankı uyandırdı. Fransızlar onu kurşuna dizdirtmek dahi istedi. Süleyman Nazif
bir süre saklandıysa da 17 gün sora bulunarak Malta’ya sürgüne gönderildi.
Düzenli ordu
kurularak İnönü savaşları ve Sakarya meydan muharebesi sonrası geçen sürede
Türk askeri birlikleri sayısı ancak 186.000 kişiye ulaşıyor ve 200.000 olan
Yuna birliklerine ancak denk geliyordu.(3) Yunan ordusunda ise uzayan savaş ilk
firesini veriyor ve ordu başkomutanlığına general Papulas yerine general
Hacıanestis getiriliyordu. Hacıanestis Afyon tahkimatlarını denetlerken Albay
Plastiras’ı politikaya meraklı olduğunu ileri sürerek aşağılamıştır. (Hacıanestis
savaş sonrasında çıkarıldığı mahkeme hakkında
idam kararı vermiş ve albay Plastiras tarafından sandalyeye ters
oturtturularak kurşuna dizilmiştir)
Bütün tahkimat hattını dolaştım fakat Mustafa Kemal adında bir komutan
göremedim diyen Hacıanestis büyük taarruzun başlamasından sonra İstifa ederek
Yunanistan’a kaçmış ve yerine general Trikopis başkomutanlığa getirilmiştir.
Haberleşmede yaşanan aksaklıklar nedeniyle Trikopis başkamutan olduğunu Esir
olarak getirildiği Uşak’ta Mustafa Kemal’den öğrenir.(4) Türk ordusu, Yunan
ordusundan sayı ve ikmal bakımından geride olmasına karşın Yunan ordusuna 3
başkomutan değiştirtme kudretini göstermiş ve Afyon İzmir arası yaklaşık 340 KM
Yolu Yunan ordusunun artıklarını süpürerek günde 10 KM ilerleme başarısı göstermiştir.
Milli mücadeleyi birde böyle okuyun;
Geçirdiğimiz buhranlı günlerin şerefli kahramanlarını hep
beraber kutlayalım. Onlar arasında muharebe meydanlarında düşman silahıyla
göğüsleri delinmiş bahtiyarlar olduğu gibi yangınlarda, ateşlerde yakılmış
bedbaht çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlar vardır. Onlar arasında namuslarına
tecavüz edilmiş ebediyen ağlamaya mahkum
genç kızlar vardır. Onlar arasında yurtlarını terk etmiş aileler ve evlatlarını
gömmüş analar vardır ve yine onlar arasında muharebedeki namus görevini şerefle
yaparak bugün memleketlerine dönmüş gaziler vardır. Onlardan şehadet şerbetini
içmiş olanların ruhlarına Fatihalar sunalım. (5)
Sonuç:
Bir millet tarihte kazandığı zaferleri, duygu ve
düşüncelerini bir sonraki kuşaklara aktarabildiği sürece zafer kazanmış
sayılır. Millet olarak yeterince bir sonraki kuşaklara yaşanan olayları
aktaramamışız. Coğrafyamızı bu ölçüde düzenleyemediğimiz ve sanat etkinlikleri
yapamamış olduğumuz görülüyor. Şiirde, edebiyatta, kitapta ve sinemada bu
alışverişi doyurucu bir şekilde dile getiremedik ve gözler önüne seremedik.
Belkide daha ilginç olanı batılılaşma süreci içerisinde batılılara karşı ayıp
olmasın diye onlara karşı kazandığımız bu zaferleri pek dillendiremedik. Bu
değerlerimiz bizden önceki kuşaklarda kalmamıştır, kalmamalıdır. Kitaplarda ve
gazete sayfalarında da kalmamalıdır. Yetişen kuşaklara mal edilmelidir. Bu
şekilde olduğunda biz duygusuna ulaşmak kolaylaşır. Birlik ve beraberlik için
toplumsal olaylara bakış kolaylaşır.
Milli Mücadele dönemi Türk milletinin nasıl başarılı olduğunu bu varoluş
mücadelesini nasıl milletin iradesine dayanarak yapıldığını anlamak amacıyla
her bir Türk vatandaşının gözden geçirmesi açısından önemlidir.
1) Cezmi Erarslan İmparatorluktan Ulus Devlete https://ata.yeditepe.edu.tr/sites/default/files/htr301_-_htr302_imparatorluktan_ulus_devlete.pdf
2)Tam bağımsızlığa giden yol İstiklal harbi Süleyman Beyoğlu
https://docplayer.biz.tr/105109732-Imparatorluktan-ulus-devlete-turk-inkilap-tarihi.html#show_full_text
3) Milli Mücadele döneminde Türk Yunan lojistik gücünün
karşılaşırılması Murat Köylü https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/225635
4) Yeoryos Hacıanestis https://tr.wikipedia.org/wiki/Yeoryos_Hac%C4%B1anestis
5) Milli Mücadele Yılları https://www.ktb.gov.tr/TR-96465/milli-mucadele.html
(Atatürk’ün S.D.I, s 308—309)
6) İbrahim İnci Cumhuriyet Düşüncesi İle İlgili Gelişmeler ve Cumhuriyetin İlanına Yönelik Tepkiler
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/900414