25 Aralık 2011 Pazar

POLİTİK (ACI) LARIMIZ

        Zam kelimesinin kökeni Arapça'dan gelmektedir. Maziside hepimizin bildiği gibi çok eskilere dayanmaktadır. Ama bu yazıda ''şeçtiklerin ve farkındalık'' olgusu üzerinde duralım biraz.

      Önemli olan şeçilmiş olmak değil. Mesele seçilebilme nedeninin farkında olmak. Gölgeler iz bırakmaz topraklar da ama iz bırakır dünya da insan yaptıklarıyla. Bilim ve teknolojinin olanca hızla ilerlediği bu yüzyıl da,duygularımızı ve düşüncelerimizi aynı oranda ileri götüremediğimiz çok acı bir şekilde ortada. İnsanoğlu önü alınamaz değişiklikleri hep merak ederek görmedi mi? Bir bitki dikerken toprağa köklerinin salınacağını o küçük yaprağın devasa boyutlarda dallanıp budaklanacağını düşünmüşmüydü acaba.

    Bazı insanlar da korkularına, yaşadıklarına ve yaptıklarına ilahi bir anlam katarlar. Bu ilahi anlamı insan düşünce ve öğrenme merakıyla birleştirmesse eğer köklerin yayılacağı gibi dalların da kuruyacağını bilmelidir.
                                                             
                                                                                                               

          İnsan mevki ve makam için inandığı değerlerden ödün verir mi? Savunduğun değer içine kendini dahil etmiyorsan samimi fotoğraf kareleri ne anlam ifade eder, kendini kabul ettirebilirmisin, yerinden emin olmak için  milletin acısının gözyaşının üzerinden politika üretip çözüm bile getiremezken zengin 30.000 TL verip eline silah almıyor, gariban ise elektrik borçu şehit olunca siliniyor, diğeri ise asker maaşını alıp evine gönderiyor ismini unuttunuz mu? Ben söyleyeyim size ''FATİH YONCA'' örgü örer gibi iki ters bir düz yaparak daha kim bilir bu memleketin başına ne çoraplar örülecek zaman gösterecek!

   Bir büyüğümüz demiştir ki; ''Cesaret, yüreklilik, atılganlık olmayan hiçbir dava başarıya ulaşamaz'' Herşey kendisini ölçüsüzce çoğaltarak var olmaya çalışıyor. Fikirler, silahlar, para aklınıza gelen ne varsa. Biz burada anlatmaya değmez olan şeyler yazıyoruz belkide.

   Nasıl bir ülke olduk biz; Askerliği bedelli, futbolu şikeli, sınavı şifreli,interneti filtreli, (bu liste çok uzar)

22 Aralık 2011 Perşembe

BEYAZ GÜL SİYAH GÖLGE

  Soykırım nedir abi;

        Soykırım olabilmesi için illa 1.500.000 insanın ölmesi ya da 150.000 insanın ölmesimi gerekir.

Öyle Değil ama;

Hukuka göre 15.000  kişi dahi ölse ve bu yok etmek amaçlıysa soykırım olarak geçer. Eee bu Avrupai devletler Ermenistan'ı neden bu kadar düşünüyor. Seneye seçimleri var oy hesabı diyerek klişeleştirmek yerine tarihimizden bir kaç not'a bakalım.

   
        Ne demişti Hacı Bektaş-i Veli; Övündürmesin seni yükseklerde oluşun çamurda yükseklere çıkar kanadında bir kuşun. 

        1914 te Fransızlar Adana, Maraş, Antep ve Urfa'ya 6 tabur ile çıkarma yaparken 3 taburun Ermeni askerlerden oluştuğunu az çok araştıranlar bilir. O dönemde çok şükür Adana'da Kara Fatma, Maraş'ta Sütçü  İmam, Antep'te Şahinbey Urfa'da Ali gaip (Kod adı:Namık) gibi vatan evlatları vardı ve bu topraklara son damla kanlarını dökerek Fransızları püskürttüler. Şimdi Fransa'nın arkasına bakmadan kaçışını düşünün adamlar gelip te Karabağ ya da Srebrenitsa soykırımlarını savunacak değil heralde. Bu arada Srebrenitsa neresi ya diyen varsa sahada görüşmeyelim!

                                                                                 

      Amerika neden destekliyor peki diye düşünüyorum. Aklıma nedendir bilmem İngiltere geliyor. Devrin süper gücü İngiltere Osmanlı'ya karşı nasıl Ermeni kartını ortaya attıysa, bugün Amerika aynı kartı Türkiye'ye karşı kullanıyor. Yok ne alakası var adamlarda bir kere insan hakları var diye düşünür bu yazıyı okuyan ya da en azından akşam evde haberleri takip eden kişi ki düşünmemesi için pek fazla da bir sebep yok hani. Yüzyılın en büyük yalanıdır 'insan hakları'', hep zengin milletlerin diğer milletlerden üstün olduğunu savunur. Olan sana, bana doğal olarak bize olur.

      Ya bu Ermenilerin 1914 te nüfusu ne kadardı. Hiç mi Rus ordusunda savaşırken, doğuda çeteler halinde ortalığı yağmalarken Fransız ordusunda 3 tabur oluşturuken ölen olmadı. Diğer tarafa bakalım Fransa Cezayir meselesinde 2006 yılında ki suçlama sonrasında konuyu tarihçilere bırakalım sesleri yükseldiğinde Sarkozy babamın yaptıklarından dolayı ben sorumlu tutulamam demişti değil mi?

Bilinç altı; Bizim bu olaylarla ilgili yayımlanan kitap ve dergi sayısı henüz 5.000 civarında. Yalnız Ermenistan bu konuda çok ileri 60.000 üzerindeler. Bu yayımlanan kitap ve dergilerin % 10 luk kısmını okusalar dahi bizden daha bilinçli bir toplumları oluşuyor. Haberiniz olsun..

    Sözün bittiği yer;
 
     Kerkük'te kurşunlar ansızın bizi vururken bizmiydik soykırım yapan. Çanakkale'de etten duvar olurken bizmiyiz soykırım yapan. Hasan Tahsin ilk kurşunu sıkarken, Seyit onbaşı 215 okka kaldırırken kimdi soykırım yapan. Yemen'de yanarken, Sarıkamış'ta donarken, Balkanlar'da ölürken biz miydik soykırım yapan? Şimdi söyle kimdi bizi arkadan vuran!


                                     

 Kaynak:

Prof. Dr. Mahir Kaynak / ÖMer Lütfi Mete: Derin pkk

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu: Tarih Gelecektir

19 Aralık 2011 Pazartesi

HER TARAFTA SEN

Kimdir Alpaslan DİKMEN;


         Lastik ayakkabılarını satarak kumaş alıp Galatasaray bayrağı diktiren adamdır. Bir nesile Metin OKTAY olabilmeyi öğreten adamdır. Taraftarlara saldıranlara karşı en önde olan adamdır. Kopenhag'da ağlamaktan penaltıları göremeyen adamdır.
   
                                                             
      Artık özlemek bile yetmiyor yarım kalıyor her sevinç kursağımızda düğümleniyor abi, bildiğin gibi değil. Alpaslan Dikmen sokakta yürüyen senin, benim gibi bir Galatasaray taraftarından farklı değilmiş ama hesapsızmış duruşundan, yaptıklarından kısaca her hareketinden bu anlaşılabilirmiş. Öylesine hesapsızmış ki  bizde ağabeylerimizden duyduk. Cebindeki parayla taraftarı doyurur kendisinin simit yediği olurmuş. Yalnızca tribünler arasında değil günümüzde sayıları hızla azalan insanlar arasında bir köprü olduğunu düşünürmüş herkes. Ölümüne sevmek diyordun abi işte ölümüne sevmek böyle birşeydi!

       Tribünleri yeniden canlandıran, değiştiren heyecan katan ağabeyimiz için taraftar olarak yönetimden bir isteğimiz var. Yerine getirilmesi hiç zor olmayan çok masum değerbilir bir istek. Herkesin abisi kadar sevdiği değer verdiği Alpaslan Dikmen adını bir tribüne verilmesini ve o tribün kombinelerinde isminin yer almasını istiyoruz.
     
Böyle insanların adam gibi adamların yeri de dolmuyor yokluğu da unutulmuyor. Çok sevdiğin Metin Oktay gibi bir trafik kazasında yalnız bıraktın tribünleri. Biz seni ne unutur ne de unuttururuz. Gözlerimizde ki cümlelerde hep sen varsın sözlerimizdeki yağmurlarda da hep sen olacaksın!

Alpaslan Dikmen Galatasaray taraftarının vefasıdır. O yoksa sevincimiz de, acımız da, göz yaşımız da eksik... HER TARAFTAR SEN, HER TARAFTA SEN


                                               

14 Aralık 2011 Çarşamba

Hatalıysak Yüz Yüze Görüşelim

Hata nedir?

        Ders almasını bilenler için muhteşem bir öğretmendir. Zor mu? Evet zor bir hatayı anlatmakta yapmakta yaşamakta çok zor bir durum!!
     
        Hadi ders kitaplarımızı hatırlayalım. O kitaplardaki en can alıcı ifade 1. Dünya savaşında Almanlar yenildiği için bizde yenik sayıldık ifadesi değilmiydi. Kabullenemiyoruz hata yaptığımızı ve yenilgiyi biz hazırlıyoruz. Biz herşeyden  önce algı ve gözlem konusunda bayağı hatta çok uzun bir mesafe almalıyız. Ben hata yapmam biz hata yapmayız benim tuttuğum takım hata yapmaz benim mehzebim, benim arkadaşım, benim devletim, benim bakanım, benim oy verdiğim parti ve tabi ki benim vekilim hata yapmaz dedikçe kendi gerileyişimize amansız bir ivme katıyoruz.  

                                                             
                                                                                                       
        Hiç düşündünüz mü? Kullandığımız yakıtın % 67 si vergi!  Biraz daha uğraşırsak % 100 vergi ile çalışan araçlar üreteceğiz nerdeyse. Yakıt tüketimi çok az olan bir araç aldınız diyelim. Daha evrakları imzaladığınız da belirli bir miktar vergi ödediniz. Yakıtın da % 67 si zaten vergi. Eeee bunun otoyol'u var,  vapur'u var köprüsü de var. Devlet bana dokunamaz birşey yapamaz diyen otoparkçısı da var.

       

                                                                     

      Farklı bir olaya farklı bir pencereden bakalım;
     
        Bir milltesiniz ve avrupa bu millet üzerinde araştırma yapıyor. Yörük Türkmen, Yörük Alevi, Çerkezler, Uygurlar, Kazaklar diye ayırıyor. İşin enteresan kısmı bu ayrımın adı bilimsel çalışma oluyor. Oysa ülkemizde böyle bir çalışmayı devlet bile yapmaya teşebbüs edemiyor. Avrupa kendisine tek bir kimlik kazandırma derdine düşmüşken bizim Avrupa'nın dayatması ile bu kadar kimliklere ayrılmamız size hiç tuhaf gelmiyor mu?

             Bu  arada yazının Anafikrinden ''HATALIYSAM ARAMIZDA KALSIN'' anlamı çıkmaz!

                                             

9 Aralık 2011 Cuma

Koştuk Biz Yine Cimbom'a Geldik

        O kadar tuhaf bir duygudur ki Galatasaray'lı olmak. Herkes üzerinize gelir. Galatasaray Rumların takımı Fransız uşakları derler. Daha da ileri giderek Ömer Çavuşoğlu gibi insanlıktan nasibini alamayanlar Galatasaray'ın renklerini malum örgütün renkleri ile özdeşletirerek saçma sapan benzetmeler bile yapabilir. Ama o malum örgüt benzetmelerini  yapanlar  Rum  takımı, Fransız uşakları benzetmelerini yapanlar bilmezler Çanakkale ve Sakarya meydan muharebesinde en çok şehidi bu takım vermiştir.Bu topraklar için bu topraklar uğruna. HALK TAKIMI değildir derler. Eğer halkın takımı olsaydık yuhalamadan beyaz eşyasını, yakıtını,yakacağını ihalesini alanlar gibi şakşakcılık yapsaydık belki haklı olabilirlerdi. Sen anladın !!

                                         

       Evet stat konusunda yardımları olmuştur. Son teknoloji ile yapımı tamamlanan stat çevresinde çamurlar içinde yürür Galatasaray taraftarı. Şehrin göbeğinde verilen araziyi kimse konuşmaz. Galatasaray tarafatarı olmak Türk Vatandaşı olmaya çok benzer her ikisi ilede övünürsünüz ama gerçek gücünüz şakşakçıların gölgesinde kalır.

      Taraftarı ile birlikte savaşır Galatasaray futbolcusu, futbolcusu ile beraber savaşır Galatasaray taraftarı. Van için soyunup şov yapacağına sessiz sedasız sıcak yemek dağıtır taaaa Van'da yaptıklarıyla örnek bir taraftar topluluğudur. Tribün şovları ile dünya üzerinde hatırı sayılır bir yer edinmiştir.  Marka oluşumunu tartışmayız bile.

   
  bkz: 


 Galatasaray Taraftarı hiçbir zaman saldırgan olmamıştır. Ama saldırıldığında da en iyi cevabı vermiştir.
                                                                                                                    ''Alpaslan DİKMEN''

       ultrAslan Taraftar oluşumu her sezon boş sözleşmeye imza atar, futbol, basketbol ve voleybol maçlarında takımı yalnız bırakmaz sesini ve sözünü yükselterek takımın yanında olur bu oluşumda katkısı büyük olan başta Alpaslan DİKMEN olmak üzere Genel kordinatörümüz Oğuz ALTAY'a büyük reis Sebahattin ŞİRİN'e Yılmaz BAŞKAN'a Ömer HALİLOĞLU'na Sedat ve Vedat PEKMEZ abilerimize Olcay AKDENİZ'e Umut ÖFKELİ'ye  Orhan Tolga BALARISI ve BÜYÜK GALATASARAY TARAFTARINA yürekten teşekkür'ü borçluyuz.

Üç nokta, uç nokta;
               
       Bedellerin bu kadar kolay ödendiği ülkede, bedelsiz sevdaların adıdır GALATASARAY...


               

3 Aralık 2011 Cumartesi

Güneş Doğudan Yükseliyor

 Direk konuya giriyorum;

        Sizin hiç babanız dağ başın da nöbet tuttu mu? Benim babam tuttu. Siz hiç panzer mermileri ile oyun oynadınız mı? Biz çok oynadık. Siz evin duvarına yaslanıp, battaniye ye sarılarak çatışmanın bitmesini beklediniz mi? OoooOO biz çok bekledik. Sizin bulunduğunuz ilçede bir gecede beş (5) okul birden yandı mı? Hiç feryat figan duydunuz mu? Biz çok duyduk. Ya siz hiç böyle şeyler duymadınız, görmediniz değil mi?

                                             

            Günümüzdeki olaylara bakalım;

              Yurdumuzun batısında ÇILGIN projeler açıklanıyor ama yurdumuzun doğusu çılgına dönüyor. Çünkü bir yanda metropol yaşantısı şehir içi hizmetler mimari yapıtlar. Diğer yan da hastanesi olmayan, hastanesi olupta doktoru olmayan ilçeler, okulu olan öğrencisi olmayan köyler belediye hizmetlerini kaldırım söküp çim sulamayı hizmet esası kabul eden belediyeler insanı çılğına döndürüyor.

             Öte yandan barış ve demokrasiden nasibini almamış kişilerin doğu insanının tamamını temsil ediyormuş gibi gösterilmesi bana bu garip milletin sahibi kim dedirtiyor. Bu kişiler meclisteyken kapalı oturum yapanlar ya da her an sınırötesi operasyon olabilir diye demeç verenler neleri gözden kaçırıyor. Doğu insanının elinde avucunda bir hayvancılık kalmış artık onuda ithal anguslar ile ellerinden alarak suskunluğa bir bıçak darbesi daha vurulduğunun farkında değilmisiniz.


             Ya da bunları hiç düşünmeyin İsrail sen masraf etme silahlarını ben sana üretirim demiş. Amerika sen düşünme ben sana destek olurum diye nasihat etmiş. Avrupa ben sana yol gösteriyorum şunu şöyle yap şu kadar üret falan kişiye satma kiloğramını şu fiyattan yukarı sakın alma demiş ise bunları düşünmek bile boşuna.

           Dışarıya bakmayın bile;

             Türkistan kan ağlıyor. Filistin'de hala kan dökülüyor. Karabağ'da feryat hala acı saçıyor, Bosnada göz yaşı akıyor, Kosova'da ki çocuk zaten doğmadan mülteci olmuş, sırf sorunlu dış politikamız sayesinde farkında bile olmadan günlerimiz akıp gidiyor.

         Bu arada adalet sistemimize bir örnek;

Hastanede unutulan tutuklu Hayrettin ERTEKİN, taksi tutuyor, Silivri ceza evine geri dönüyor. Taksi parasınıda cebinden veriyor öyle gidiyor ve hakimler ''tutukluluğunun devamına karar veriyor''
Gerekçe ise;

                 <Kaçma tehlikesinin geçmemiş olması>



                             

25 Kasım 2011 Cuma

Bu Nasıl Özgürlük Bize Hiç Düşmez

Özgürlük;

      '' Herkesin bir başkasına özgürlük şöyledir, şudur veya budur şeklinde anlatmaya çalıştığı kavramdır.'' Kendi düşünceleri özgür olmayan bir toplum nasıl özgür olabilir.
 
        Bizim milli ve manevi düşüncelerimiz bu tartışmaları ne kadar kabul etmese de, istemese de o ya da bu maksat ile gündeme geliyor. Avrupa birliğine uyum kapsamında yeni adımlar atılıyor. Medya da bu işe gereğinden çok daha fazla alet edilerek yüksek sesle kendi düşüncelerini  gözümüzün içine sokmaya çalışıyorlar.

                                                           

      Farkındamınız;
  
            Avrupa insanlarının kendi içerisinde oluşturduğu kuralları ve düşünce sistemlerini, düşünce yapısı ve ahlaki kuralları tamamen farklı olan bir toplum üzerinde en ufak bir değişiklik yapılmaksızın uygulamaya  çalışan bir yönetmeliğimiz var. İşte bedelli askerlik ve vicdani ret tartışmalrının asıl kaynağı hepimizin bildiği gibi bu düşüncelerin bir yansımasıdır.

           Eğer biz kendimize ait bir düşünce sistemimize göre askerlik durumunu çözmeye çalışırsak askerlik sürecinin 15 ay yerine 8 ay veya daha kısa bir süreci içerisine alarak herkesin vatani görevini yerine getirmesi toplumda bu ikilemin oluşmaması için bir etken olur. Zengin  olan  zaten vatani görevini olağan şarrtlarda yaparken zorlu şartlara orta ve dar gelirli vatandaşın sürüklenmesi ''Analar ağlamaya devam ederken'' hangi vicdanlara sığdırabilirsiniz bu düşünceleri. Toplumlar yönetilirken yazılı kuraların etkisi olduğu kadar yazılı olmayan ahlaki kuralları da göz önüne alması gerekir. Ahlaki yapımızı göz ardı etmek ne kazandıracak ya da bize neleri kaybettirecek.

        Bu arada bu yazının başlığı bir sanatçının şiir'in den alıntıdır.  Şiir de şöyle devam eder ''Zalim değişir de mazlum değişmez''

                           
                                                                        
                                       

19 Kasım 2011 Cumartesi

TARAF OLUNCA

       Sanat olmaz mı?

       Bir işi iyi yapabilmek bu işi milyonların önünde hatasız yapmaya yeltenmek bile büyük bir cesaret. Bir düşünün maç başlayacak en yakın arkadaşınızla futbol sohbetindesiniz maç anonsu giriyor ve ben spiikeriniz .... diyerek söze başlıyor. Bu durumda bilinçaltınızda oluşacak düşünceler olumlu yada olumsuz olabilir, nasıl mı?

-Bu adam işi biliyor
-Bu adam anlatıyorsa biz bu maçı alırız

ya da;

-Ooof bu adam mı anlatıyor maçı
- Hep bize uğursuz geliyor gereksiz konuşuyor.

       Sanat oluyor tabii. Bu mesleğin kanunu gereği hep en iyi olmak zorunda kalır ve bu zorunlukluk ön safadadır. Fazla konuşulursa seyici bıkar. Sessizlik olunca Tiyatroya mı geldik sesleri yükselir. Bu mesleğin ülkemizde bir branşı ya da branş üzerinden bugüne kadar  bir kültürü yoktur. Bu satırları okurken Ercan TANER ya da Sabri UGAN canlanacak gözünüzde evet  anlattığı maçlarda duyguyu katan çoşkuyu dozunda yansıtabilen adamlardır.


      Bu adamların en büyük şansızlığı tuttukları takım üzerinden değerlendirilmesi. Anında o takımın fanatiği ve o takımın sempatizanı oldukları düşünülür. Gerçi deprem olsa dahi bu ülke bölününebiliyor, bu adamları biz taraf olarak izliyoruz. Biz ters taraftan bakamadığımız sürece bizim zaten bir değerlendirme yapma şansımız yok. Bu nedenle bu insanlar kimine göre sempatik olur kimine göre ise taraf olur.

     Spiker denince gooool diye bağırsın demiyoruz ama milletin bilmediği  ya da bilmediğini düşünüldüğü bilgileri seyirciye aktaracak, güldürecek ve düşündürecek değişik benzetmeler katabilecek izleyicilere birden farklı görüş sunacak karakteri taşımaları gerektiğini düşünüyorum. Yoksa top taca çıkmış. Baroş gol atmış Rüştü kurtarmış bunları biz de görüyoruz ve şunu çok iyi bilyoruz 'Futbol asla sadece Futbol değildir.'

      Bir kaç hatıra;

'Galatasaray finalde Galatasaray finalde... Haykırıyorum, bağırıyorum, sevinçten çıldırıyorum. (Ercan TANER)

'Ronaldinho karşısında Makalele ne yapsın, Chelsea savunması ne yapsın, Ferreira ne yapsın. (Ertem ŞENER)

'Nasıl anlatalım bu gölü size nasıl? Şu açıya bakın, şu vuruşa bakın. Haagiiiiiii...
(Sabri UGAN)


                                                          

      


                                                  


                             

18 Kasım 2011 Cuma

SANA DOKUNMAYAN YILAN BİN YAŞARSA

       Kimi zaman sayfalar dolusu yazılar ile anlatılması zor olayları bir çırpıda anlatmak için atasözleri kullanılır. Atasözlerimiz içinde olumlu anlamlar yüklemiş olduğu gibi, olumsuz anlam kazanmış olanları da bulunur. Olumsuz anlam taşıyan atasözleri çoğu zaman yanlış olanı destekler gibi görünse de, bunların doğru bir amacı ve topluma verdiği zararı analtmak için kullanıldığı görülmüştür. ''Bana dokunmayan yılan bin yaşasın'' gibi...

       Bazen insan ses duymak istiyor. Doğal, güzel sesler. Sesin yerini artık gürültü almış bunaltan ve kulakları sağır eden gürültü. Oysa çok eskiden bir bilim adamı, gün gelecek insanlar sıtma hastalığıyla mücadele eder gibi gürültüyle mücadele edecek diyor. Hani Mehmet Akif'in bir şiiri var ya haya perdesi ;

                                                   
        
 Gürültü dedik  fazla uzaklaşmadan dilimizde ki gürültüye bakalım. Dilimizde yabancı sözcükler kullanmak kültürün ölüçüsü olmuş halde. Türkçe sözcükleri cımbız ile seçip alıyoruz. Teknolojiyi kötülemek istemiyorum ama teknoloji ile savaş halinde yaşıyoruz.

      Kültürümüz kirlenmiş bizim o kadar kirlenmiş ki artık farkındamısınız başka kültürlere saygı duyarak yaşıyoruz. Gün geçtikçe tembelleşiyoruz sanal ortamda Selamınaleyküm yazıldığında aldığınız cevap a.s oluyor. Çoğu insan ben de dahil a.s'nin Aleykümselam anlamı taşıdığını çoook sonradan öğrendik.

Şunu anlatmak istiyorum. Eğer sen; ''the snake that doesn't touch me can live a thousand years.'' dersen üzülen biz oluruz. Yeterince açıklayıcı olmadıysa 'Suya Sabuna dokunma' var anlatayım mı?

                          
                                         

14 Kasım 2011 Pazartesi

Metrobüs Kullananlara Tavsiyeler

        Abi öncelikle metrobüse göre plan yapmayın. Yok 23 dakika da 60 km yol alıyormuş 30 saniyede bir durak peronlarında oluyormuş gibi düşünceleriniz ön yargıdan ibaret kalır çoğu zaman. Bu hesaplamaları yapabilmeniz için fazlası ile terorik ve ütopik düşünceler bütünü gerekir.

        Metrobüse binerken dikkat etmeniz gereken bir  husustur gerginlik. Kesinlikle sakin ve rahat bir yapıda metrobüs kullanımını tercih etmelisiniz. Metrobüs'te ayakta kalabilmek psikolojik ve fiziksel  bir yapı gerektirir. Bacakarınız gergin bir durumda hazır ol vaziyetinde olmamalıdır. Rahat olun ve bacaklarınızı 65 mm açıda tutun. İyide 65 mm yi nasıl ölçeriz diye soracaksınız. Bir adım öne açmanız bu vaziyeti alabilmeniz için yeterlidir.

         
         Kararlı bir duruş sergilemeye kesinlikle özen göstermelisiniz. Efendim ''işe gidiş ve dönüş saatlerinde Türkiye güreş federasyonunun metrobüse binebilen ilk 10 kişiyi olimpiyatlara göndererek büyük başarı yakalayacı gibi saçma düşüncelere kapılmayınız. Kuşları düşünün ve doğanın size sunmuş olduğu özgürlüklerin tadını çıkarmaya çalışın.

        İstanbul tanıtım filmlerin de hala ''köprünün altından yat geçeceğine üstünden at geçiyorsa'' siz metronun otobüs versiyonunu kullandığınızı düşünürseniz niçin yer altında ki masraflı ulaşım türünün tercih edilmediğini kolaylıkla anlayabilirsiniz. Metrobüs unutulmaya yüz tutmuş çocukluğunuz için köşe kapmaca oynunun yolda giden halini canlandırarak size bir ışık tutuyor. Sizden haber bültenlerinde bahsedilmesini sağlayan da metrobüs, mesela (Anadolu'dan avrupa yakasına geçişlerde trafik uzunçayır metrobüs istasyonundan başlıyor) diye bir haber duyarsanız gün başlarken gereksiz hayaller kurmanıza engel olarak zihninizin işgal edilmesini önlüyor.

        Metrobüs şiir yazmanıza da olanak sağlar, ben size iki mısra karalayayım siz devamını getirin;

              Git diyorsun da olmuyor işte git demekle,
               herşeye rağmen gidemiyor insan.  
              Metrobüs 3 lira olmuş haberin var mı
              Sen de bilirsin hiçbir şey sonsuza dek sürmez.



            Efendim; bu önerileri dikkatte almak sizin kendi sorumluluk kapsamınızdadır. Müspet ya da menfi bir durum söz konusu değildir. Bundan sonra okuyacağınız bloglarda Zincirlikuyu metrobüs savaşları başlığını görürseniz saşırmayın.

                     

10 Kasım 2011 Perşembe

BİR UTANCIN EFSANE KAHRAMANI (ATSUSHİ MİYAZAKİ)

     Kimdir?

     Van depremi için ülkemize gelen Japon yardım ekibinde doktor olarak görev yapan, bayram otel de konaklayan ve meydana gelen 9.2 şiddetinde pardon 5,6 sarsıntısında hayatını kaybetmiş ''deprem değil binalar öldürüyor'' gerçeğini gözler önüne sermiş ve can vermiştir. 


                                                          
        
       Can vermiştir evet, bir kez daha İnsanlığa. Bunca yaşananlara rağmen, o kadar şeyi kırıp dökmemize rağmen;  

       Yine de vefa kavramını bağıra çağıra hemde gözümüzün içerisine sokmuştur. Bu arada Vefa bir semt adı değil, olmamalı. Çünkü kendi ülkesinde bu şiddette bir deprem'de uykusundan bile uyanmayacaktır. Atsushi Miyazaki. Duyuyorum '' Bir japon Türkiye'de ancak depremden ölebilir'' der gibisiniz. Hayır efendim.


      Bizim sadece binalarımız değil zihniyetlerimiz çarpık halde. Biz! en azından ben bu duruma doktor bir ''Japon gibi yaşadı, Türk vatandaşı gibi öldü'' diyorum. Siz Uzakdoğu'da ve Avrupa'da şehir planlamasının en az 50 yılda bir yapıldığını benden iyi biliyorsunuz. Oysa bizim ülkemizde 4 ya da 5 yılda bir yapılıyor. Deprem vergileri yol oldu dediniz, eee yol olmuş zaten. Oysa  bu anlatılanlar hiçte karmaşık değildir. Ülkemiz dışında 50 yıl da bir yapılan planlama bu ülkede 5 yılda bir yapılırken! Diyeceksiniz, bundan önce ki ülkeyi yönetenlerin hiç mi suçu olmadı. Yoktur demiyorum ama şuan ki devlet idarecileri bundan önceki dönemlerde metropoller de belediye başkanlığı yapmış şuan kabinede yer alanlar ise 90'lı yıllardan beri meclisteydi diyorum.


      Sana gelelim doktor;


      Bu kadar insan olunca bizim başımız göğe mi erecek sanki. Yabancılar Türkler mert ve misafirperver insanlardır diyordu artık biz ellerin bize yaptığı övgüyü bile kirletiyoruz. Evimize yardıma gelmiştin. Evimiz başına çöktü. Bu topraklarda özgürlük insanlığa düşmez doktor, o kadar uzun boylu değil! Şimdi ismini duyanlar ölüm nedeni neymiş diyecekler; 


-Cevap: DEPREM


-Yav Japonlar depremde kolay kolay ölmez


-E Türkiye'de imiş


      Bu soru cevap faslından utanıyorum, utanıyorum ama çok üzülüyorum. Bölgenin LİDER ülkesi olduğumuz için şapkadan tavşan çıkarmak yerine, şapkayı önümüze koyup düşünsek diyorum.



      NOT; Ey bu yazıyı okuyan kardeşim Aykut Barka & Ali Er '' Depremini bekleyen şehir'' diye bir kitap yazmışlar. Okumazsan ülke olarak çok üzülürüz. Haberin olsun... 
                                     
                                       
                                                                     

7 Kasım 2011 Pazartesi

Bayramlar Bayram Ola

Güneş yükselmeden kuşluk yerine
Bir adam camiden döndü evine
Oturdu sessizce yer minderine

Kızı “Bayram” dedi, yalın ayaklı
Adam “Bayram” dedi, tam ağlamaklı..

Eli öpüldükçe içi burkuldu
Konuşmak istedi, dili tutuldu
Güç belâ ağzından bir “off! ” kurtuldu


Oğlu “Bayram” dedi, sırtı yamalı
Adam “he ya” dedi, gözü kapalı..

Düşündü kış yakın, evde odun yok
Tenekede yağ yok, çuvalda un yok
Yok yoka karışmış; tuz yok, sabun yok

Avrat “Bayram” dedi, eğdi başını
Adam “evet” dedi, sıktı dişini..

Çalışsa ne iş var, ne cepte para
Dağ oldu içinde büyüyen yara
Dikti gözlerini karşı duvara

Takvim “Bayram” dedi, silindi yazı
Adam “öyle” dedi, bağrında sızı..

Döndürse yönünü herhangi dosta
Yaralı, gariban, dul, yetim, hasta
Yıllar, aylar, günler erirken yasta

Yer-gök “Bayram” dedi, ağzını açtı
Adam “Bayram” dedi, evinden kaçtı..

Abdurrahim Karakoç


3 Kasım 2011 Perşembe

BİR ŞEYİ NASIL GÖRMEK İSTİYORSA ÖYLE GÖRÜRMÜŞ İNSAN! HERŞEYE İYİ VE GÜZEL BAKABİLMEK AMACIYLA...

Bir yanda sessiz dua
Bir yanda şuh kahkaha
Bir yanda pul’a kulluk
Diğer yanda ALLAH’a

Sanmam koca dünyada
Eşin bulunsun daha
Ey İstanbul,İstanbul
Senin iki yüzün var

Bir yüzün gülüyorken
Diğerinde hüzün var
İbadet sessiz,sessiz
Rezalet ise gümbürtülü

Çirkinliğin meydanda
Güzelliğin örtülü
Saraken ufukları
Gururun kızıl tülü

Gecelerin kim bilir
Ne günahlara gebe
Taksimdeki günaha
Eyüp de büyük tövbe

Örf,adelet,gelenek
Yerle bir ahalide
Padişah mezarda ürperir
Laleli de

Hayal tacirlerine rağbet                    
Bab-ı ali de
Bu gidiş hayra değil
Kalbine taze kan bul

Karanlığa yüz çevir
Güneşe dön İstanbul
Ne yazık ki satılır olmuş
İnsan maddeye

Koyun kasapta satılık
Kadın düşmüş caddeye
Nasıl gelmez İstanbul
Hırsla çatlar raddeye

Her halin edasıyla
İstanbul’um bir hoştur
Kadir de tam Müslüman
Noel de tam sarhoştur

İş yerinde yabancı kelimelere itibar
Kafeterya,butik,bombarşek,şarkuteri var
Beyoğlun da Türkçe yok
Diğer bütün diller var

Rüzgar batıdan esmiş
Fatihin ruhu kayıp
Ey İstanbul,İstanbul
Sana yeter bu ayıp

Ey zaman zalim zaman
Geç saniye,saniye
Teknik te ilerlerken
Mana da çöküş niye

Çağırırken imana
Fatih süleymanıye
Çevir yüzünü çevir
Pisten,kirden,çamurdan
Kıbleye dön İstanbul
Feyz al ilahi nurdan

Karaköy de günahlar sarılır kalır size
Çan çalarken taksim göbeğinde kilise
Ayasofya susuyor bu ne garip iş ise
İsyanın yeri yoktur,
Eyüp sabra  çağırır
Meşhur Zincirlikuyu gel der kabre çağırır…

AHMET MAHİR PEKŞEN


15 Ekim 2011 Cumartesi

Sessiz Çığlık (Fatih'e)

          Henüz 23 yaşında Bingöl'ün Kiğı ilçesinde yaşayan lise mezunu elinde sadece şöförlük mesleği bulunan Fatih hala oğludur. Trend de uyalım da kuzenim diyelim ama herşeyden önce kardeşimdir.İlk okuldan sıra arkadaşımdır canımdır canımdan ötedir.


            Dedim ya meslek şöförlük çalışılabilecek tek alan bütün ilçe nüfusunun neredeyse hepsinin çalıştığı baraj şantiyesidir. İlçede tek ekmek kapsıdır babası ve iki kardeşi ile birlikte Fatih'de şantiyeyi yol edinmiş beton harc makinası halk arasın da mixer olarak adlandırılan aracı kulanmakta ve güne sabah saat beş (5) te başlayıp akşam saat altıya (6) kadar çalışmaktadır. Kendisine kredi ile çocukluğundan beri hayal ettiği kırmızı Fiat Tempra'yı almış daha birçok hayalinin peşinde koşarken 8 Ekim Cumartesi sabahı araçla yolda seyrederken geçtiği köprü üzerinde direksiyon kilitlenmiş ve köprü mesafesinin bitimine 4 ya da 5 metre kala araç suya uçmuş ve kardeşim araç yere düşmeden araçtan fırlamıştır.
           Evet yere düşen araç aslında Fatih'in herzaman kullandığı 1 numaralı Volvo değil  BMC'dir. Fatih suların baraj'a tüneller vasıtasıyla köprünün yukarısıdan verilmesi ile az miktardaki suya düşmüştür. Şantiye güvelik görevlileri hemen kardeşimin yanına koşmuş ve sudan çıkartmışlardır Fatih gülmüştür. Bir görevli soru sormuş ve bilinçli cevap vermiştir kardeşim. Sonrasında olay yerine gelirken babayı ve diğer kardeşleri sakinleştirenlere baba sitem etmiştir. Fatih'i görene  kadar çocuk bu araçtan nasıl sağ çıkar demiştir.


          Daha sonra Fatih Kiğı da bulunan 4000 kişinin yaşadığı ilçedeki tek sağlık ocağına götürülmüştür. Burda yapılan kontrolerde doktor birşeyi yok eve gidedebilirsiniz. Ailenin içi rahat etmez ve şantiye ambulansı ile Elazığ'a götürülmek üzere yola çıkarılmıştır. Kiğı sağlık ocağı yetersizdir müdahale yapılamamaktadır. Doktor çoğu zaman bulunmamaktadır. Fatih sağlık ocağındayken sadece vücudunda çizikler ve burnunda kanama vardır, fakat ısrarla sol yanının acıdığını söylemektedir. Yoldayken ağrıları artar kardeşimin ve daha Elazığ'a yetişmeden yoldayken vefat etmiştir. Uç nokta ''baraj olacağına hastane olsaydı'' büyüklerimiz ölüm yaradılalın yaradana kavuşmasıdır  demiş bir de ''Tedbirini al takdiri ALLAH'a bırak'' demiş büyüklerimiz. Vesselam...
(Bu arada Fatih askerliğini 2007 de Şırnak'ta yapmış sınırötesi operasyona katılmış aslan parçasıdır.Bir gömleği dolabımdadır. Mekanı cennet olsun)

5 Ekim 2011 Çarşamba

Alan Shearer (Onun gibisi gelmedi)

13 Ağustos 1970 doğumlu İngiliz milli takım oyuncusu;

           Babası metal işçisidir. Okul hayatı boyuncada ailesi Alan'ın sürekli futbolun içerisinde olmasında büyük pay sahibi olmuştur. Belkide Alan'ın bu kadar büyük futbolcu olması birazda bu etkene bağlı.

          Alan Wallsend Boys Club'a katılmadan önce St.James park ta düzenlenen turnuva da Newcastle okulunun kaptallığını yaparak kendisini ilk kez kanıtlamıştır. 1988 yılında Southampton da 118 maça çıkmış 1992 de Blackburn Rowers'a transfer olmuştur.1996 yılında taraftarı olduğu Newcastle United'a transfer olmuş ve ''rüyalarım gerçekleşti, çok mutluyum'' demiştir ve bir gol sevincini klasikleştiren futbolcudur.

        Gol attıktan sonra taraftarına dönerek sağ elini kadıran babacan gülümsemesi ile samimi bir insandır. En büyük meziyeti ayak içi vuruşlarının çok sert olmasıdır. Blackburn Rowers dan Newcastle takımına gelirken dünyanın en pahalı oyuncusudur kısaca  İngiltere'nin kralıdır. Ötesi yoktur.

                                                             
         
         Alan en iyi penaltı atan futbolcu seçilmiştir. İngiltere liglerinin ve Newcastle takımının en çok gol atan futbolcusudur. 1996 dan 2006 yılına kadar Newcastle forması giymiştir. Futbol'u bıraktığı dönemde Newcastlenin düşme hattına gelmesi üzerine teknik kadronun başına da geçmiştir. Bu adamı anlayabilmek için bu adam gibi frikik atabilmek gerekir, böyle bir futbolcu yetişmedikçe bu adamı unutamayız.