3 Aralık 2012 Pazartesi

TRİBÜNDEN BAKIŞ

     



    Tribün bir yaşam biçimidir. Hani hepimizin başına gelmiştir aile büyüklerimiz derler ya oğlum ne işin maçta evde televizyon yokmu aç izle. Orada olaylar çıkıyor o kadar serseri arasında ne işiniz var. Futbolun iki temel canlı unsuru var. Bunlar futbolcu ve taraftar. Geri kalan hakemler, gazeteciler, yorumcular bunlar sadece orda bulunması gereken canlı araçlardır. Futbolcunun temel ilişkisi para ile olarak görülür diğer bir deyişle bu işi profesyonel olarak yapıyor ama futbolcu bir motor değil. Duygusu var hırs ve coşkusu var. Taraftar olmadan futbolcu olmaz futbolun anlamı hiç olmaz, taraftar olmadan 30 yaşında bir adamı topun peşinde koşarken görseler o adama futbolcu değil deli derler.


     Açıkça belirtmek gerekiyor tribün tabiatı dolayısıyla vahşidir. Severse tam sever, yıldız futbolcu 3 sezon oynamasın ses çıkarmaz yine bağırır, yine adını yazar pankartlara. Gerçek tribün irrasyoneldir, karşılıksızdır ama asla platonik değildir. Sahiplenir belkide daha ötesi olur. Orda burda gezinip caka satanlara en güzel cevabı tribün verir çünkü tribün emektir sevilen ve özenilen  adamları vardır. Çok ama çok zordur sessiz, derinden, kalpten tribüne bağlı kalmak.

    

                                                   


     Tribün oyunun bir parçasıdır. Sahadan önce tribünlere bakarsanız sürekli oyunun içerisinde olduğunu görürsünüz. Tepki verir alkışlar sürekli her pozizyon için ahlar yükselir. Herkes oyunun içerisinde herkes oyunun bir parçası çünkü. Peki futboldan kim anlar. Futboldan anlamak çok boyutlu bir kavramdır. Bizdeki şekli de anlıyormuş gibi görünmektir. Böyle günlük tarışmalar içerisinde bu duruma sıkça televizyonlar dahil olmak üzere her yerde rastlayabilirsiniz.


     Söylemekte bir sakınca görmüyorum farklı spor dallarından anlayan insan sayısı yok denecek kadar az ama konu futbol olunca durum değişiyor sanki salgın bir hastalık gibi yayılıyor. Ayrıca futbolu sevmenin tek yolu futbolu anlamaktan geçmiyor. Oynamak, seyretmek, kendi becerisine göre yorumlamak tuttuğun takım galibiyetine sevinmek, yenilgisine üzülmek yanlışlara, haksızlıklara tepki göstermek gibi bu işin bir çok yadırgayamayacağımız boyutu var. Tribünler her statüden insanı içerisinde barındıran yegane bir ortam ve bir çoğumuz hayatın kalbi olarak görüyor .

                                                           
                                                            

   
   Son yıllarda taraftar profilinin ve tribün kültürünün değişmesiyle fetret devrini geçiren futbolumuza olumsuz olarak yansıyor. Ülkemizde bir takımın taraftarı olmak halkın büyük bir bölümü ve hatırı sayılır derecede sosyal medya, yazılı ve görsel medya tarafından olumsuz izlenime sahip. Bu bahsettiğim çevreler taraftarları potensiyel suçlu olarak göstermekte! Bu ülkede futbol kitleler halinde takip ediliyor ama yine bu ülkede maça gitmek tehlikeli bir olay olarakta gösterilebiliyor. Tribün kültürü bir felsefeyi benimser emek verilen her iş değerli, kıymetlidir. tribünde sesi çıktığı kadar tribün dışında da sesini duyurmak ister. Tribün kültürü bu tanımlar ele alındığında başlı başına bir değerdir.

    

19 Ekim 2012 Cuma

TÜRKİYE KİMLERİNDİR



          Devlet; İnsanların toplumsal yaşam süreci içerisinde ortaya çıkardıkları siyasal oluşumdur. Bu siyasal oluşumun ortaya çıkabilmesi için sınırları belirlenmiş bir toprak ve bu toprak üzerinde yaşayan çeşitli ilişkilerle birbirlerine bağlı bir topluluk olmalıdır.(1) Bu toplumun gereksinimlerinin karşılanması için yönetimin merkezileştirilmesi gerekir.


         Öyle bir coğrafya üzerinde yaşıyoruz ki hepimizin bildiği gibi dünyanın hiçbir bölgesinde bu kadar fazla medeniyet kurulmamıştır. Bu bölgede ayakta kalabilmek ve ileriye gidebilmek için tarihi iyi okuyabilmek gerekir.(2) Bu geçmiş araştırılmadığında kendi fikri dışındakilerini beğenmeyen ve ötekileştiren bir anlayış ortaya çıkar tarihi araştırmanın yerini ideoloji alır.


        Halk ve ulus birbirine çok yakın iki kavram olarak bilinir. Halk, genel olarak kendisini kültürel bir varlık olarak görür. Ulus ise siyasal bir varlık olarak tanımlanır. Yani ulusu meydana getiren halktır. Halkın oluşturduğu ulusda devlet ve hükümet'e yetki verir.(3) Max Weber derki ''Yönetime katılmayan toplumun ulus olma niteliği yoktur'' Bir ülkenin oluşumunda aşağıdaki unsurlar önemli olarak görülür.(4)


                                                           


  • Siyasal varlıkta birlik
  • Dil birliği
  • Yurt birliği
  • Irk ve köken birliği
  • Tarihi ve ahlaki birlik  

     Bu  nedenle Atatürk Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir diyerek halk olmanın ve millet olabilmenin ayrıcalığını ifade etmek istemiştir. Türk milleti tanımının bu kadar açık ırkçı ve etnik bir görüşe yer vermemesine rağmen politik bakışla hareket ederek Türk kelimesinin etnik bir anlam taşıdığını kastetmek tamamen amacı saptırmaya yöneliktir.(5) Türk milleti Türkiye topraklarında yaşayan değişik ırk ve din açısından farklılık gösteren herkesi vatandaşlık bünyesinde bulunduran ve hepsine verilen ortak bir isimdir.
Türkiye cumhuriyeti kuruluş felsefesi ulasal, üniter ve laik devlet olarak üçe ayrılır. Türkiye Türklerindir ifadesi bu felsefeye örnek olarak kullanılmıştır.





(1) Türkiye cumhuriyeti tarihi ders notları s. 16
(2) Tarih gelecektir Y. Halaçolu s. 9
(3) Avrupa ulus ve devlet H. Schulze s. 97
(4) Terör örgütlerinin sonu İ. Başbuğ s. 42
(5) Devlet ve Kürtler  M. Heper s. 265 




                                                   
                                                         

27 Mayıs 2012 Pazar

KÖŞELİ YAZILAR







Toplumlardaki temel bölünme insanları etnik ve milli gruplara ayırıyor. Günümüzde milli ve manevi düşüncelerimizin karalandığı, bu düşüncelerin üzerine kırmızı çizgiler çekilmek istendiği ve bu karalama kampanyasını başlatanların belirli bir kesim tarafından baş tacı edildiği bir süreçte tamamen duruş ve düşüncelerini milli ve manevi değerlere saygılı, ahlaki kurallara uygun olarak duyurma gayesi olan insanlar gün geçtikçe yalnızlaşıyor.

Siyasi, iktisadi ve düşünce yapısı bakımından problemi çok olan bir ülkenin, yüzyıllardır yürekleri yaralı vatandaşları için eli kalem tutanlar neler yazmalı hangi mesajları vermelidir?


Bu günlerde bu düşüncelerin bütünü ele alındığında, tarihi gerçekçiliğe sadık kalmaya özen göstererek kan kaybına uğratılmaya çalışılan ahlaki düşünceler içerisinde bir çok mesaja yer vermek amacını ilke olarak kabul edenler ''ülkenin topraklarının bölüneceğinden değil ama insanların kalplerinin bölüneceğinden'' eminim çok korkuyor.



                    


Bundan dolayı yazılan ve değinilen konuların verilen mesajların siyasiler, yazılı, görsel medya ve özellikle sosyal paylaşım sitelerinde eğitici bir akışla iyiye ve doğruya yönlendirici bir çabası olmalıdır. Bu cümleyi kullanmak istemiyorum ama ''birlik ve beraberliğimizin'' baltalandığı bu günlerde ve milletimizin toplumsal kurallara göre yaşamını sürdürmekten hızla uzaklaşması göz önüne alındığında bu hassasiyet çok daha önemli bir şekilde kendini göstermiyor mu? Çeşitli inançlardan oluşan toplumumuzun milli ve manevi görüşleri paralelinde yüzyıllar boyuca örnek bir medeniyet çabası göstermiş milletimizin eski günlerini tekrar anımsaması için şapkadan tavşan çıkartmak yerine şapkayı önüne alıp düşünmesi daha iyi olacak gibi.


Maneviyatı çok üst düzeyde olan bu millet duygu ve düşüncelerini o gün yaşanmış olayları bir sonraki kuşağa aktarabildiği sürece zafer kazanmış sayılır. Eğer yaşanalar bu günden ibaret şıkışıp kalırsa malesef büyük bir eksikliğimiz oluşacaktır. Millet olarak yeterince bir sonraki kuşaklara yaşanan olayları aktaramamışız, coğrafyamızı bu ölçüde düzenleyemediğimiz ve bu kapsamda sanat etkinklikleri yapamamış olduğumuz görülüyor. Şiirde, edebiyatta, kitapta ve sinemada bu alışverişi doyurucu bir şekilde dile getiremedik ve gözler önüne seremedik. Belkide daha ilginç olanı biraz masumane davranarak batılılaşma süreci içerisinde onlara yani batılılara ayıp olmasın diye bu değerlerimizden ödün verdik!



Bu değerlerimiz bizden önceki kuşaklarımızda kalmamıştır, kalmamalıdır, kitaplarda ve gazete sayfalarında da kalmamalıdır. Yetişen kuşaklara mal edilmelidir. Yetişen birey bu düşüncelerin farkına vararak yaşamalıdır. Bu şekilde olduğunda biz duygusuna erişmek kolaylaşır, birlik ve beraberlik halinde yaşam kolaylaşır, ülkenin geleceğini güvence altına alma yolunda önemli bir adım atılmış olur. Hayatın akışı içerisinde giderken bir an durup tarihe bakmalı ve milletimizin kahramanlıklarını,fedakarlıklarını acılarını ve sevinçlerini anımsayarak bugünü birazda bu bilgiler ışığında bu manevi havada değerlendirmek aslında herkesin ihtiyacı olan bir uyanmadır.

Unutmayınız ki bu düşünceler var olduğu ve korunduğu sürece vatanımız harabeye, Türk milleti etnik kalıntıya asla dönüştürülemeyecek, cumhuriyetimiz hasar alsa da yere düşmeyecektir.






                                                              



                                              

                                
                                                   

23 Nisan 2012 Pazartesi

FUTBOL VE SAYGI

       Taraftar olmak takımını koşulsuz şartsız iyi ya da kötü günde desteklemek ve peşinden gitmektir. En kısa ve en net özeti budur. Her tribün tepki gösterir zaman  geçiren oyuncuya, abartılı sevinç gösteren oyuncuya. Ne yazık ki o oyuncularla ilgili çok acık aynı zamanda cok acı bir gerçek vardır. Formalarında taşıdıkları Respect yazısını taşıyamazlar çünkü öyle bir o yazıyı taşıyabilmeleri için o saygıyı haketmeleri gerekir. Sözün nereye geleceği çok açık Mehmet Topuz öyle bir kaygısının olmadığını birkaç yıl önce hepimize gösterdi.


                                                                 

      Her takım iyi ya da kötü oynadığı bir derbi sonrası kazanıyorsa sevinebilir. Bunu taraftarı ile paylaşabilir. Burda eksik ya da kusur görmez kimse ama sen oynadığın takımda iki şampiyonluğu son dakika da kaybedeceksin diğer şampiyonluğun üzerinden bir yıl geçmesine rağmen henüz tescillenmemiş olacak bundan 16 yıl önce Trabzonspor ile şampiyonluk maçına çıkan ve galibiyet golünü atan, maç sonrasında biz burda seviniyoruz ama diğer tarafta kaybedenler var ve onlarda bu sevinci çok hakediyor diyen adam senin teknik direktörün olacak. Saygı diyorum hani bizleri geçtim kendi değerlerine karşı saygılı olsan biraz. Ben çok gülmüştüm mesela bir karikatürde çocuk soruyordu: Abi Mehmet Topuz hangi takıma transfer oldu. Abinin cevabı çok trajik: Yayın siyah beyaz belli olmuyor diyordu. Maç içinde gündeme gelememenin oluşturduğu bir kaygıyı maç sonunda bu şekilde anlatmaya çalışırsan tepki bu şekilde olur kusura bakma.  Bu arada Volkan hakkında tek bir cümle bile yazmıyorum. Ne olduğunu neler yaptığını milli maçlar dahil çok özen göstererek olağanüstü performansını gölgede bırakıyor.


                                                         

     Birazda taraftardan bahsedelim. Her maçı stad da canlı izlemeyen herkes merak ediyordu Galatasaray taraftarı kazanırken sesi çıkmıyor ama kaybedince bakalım ne olacak kendi nabzını nasıl ölçecek diye düşünüyordu. O stad da bütün maçları izlediğim için rahatlıkla söylüyorum. Elimizi taşın altına koyan biz olduk. Pasif bu taraftar dediler, takımı destekledik korkak bu taraftar dediler. Biz haklıyız diye düşündük Söylenenleri umursamadık. Tribün arabestliğine son verip branş farketmeksizin yurt içi ve yurt dışında sesimizi duyuran olduk. Tribün şovları ve sosyal sorumluluklar ile abartmadan destek verdik. Hiçbir olumsuzluğa prim bırakmadan sezon sonuna kadar takımımızın arkasında durduk. Küfür olmadan da katkı sağlanabileceğini göstererek çıtayı çok yülselttik. Kısa bir not ekleyelim basını olayları kışkırtmakla suçlayanlar önce kendi davranışlarına kendi yaptıklarına bakmalı çünkü Galatasaray taraftarı sahaya girmeyerek durşunu göstermiş, küfür etmeyerek sorumluluğunu ispatlamış, rakip teknik direktörün ve yedek kulübesindekilerin kafasını yarmayarak tavrını sergilemiştir.

     Ama siz de haklısınız biz söz konusu GALATASARAY olunca çok abartıyoruz.

 Unutmadık;

  Ne yazık ki Fatih Çalışkan'ın ve Vedat Gerekmen'in ölümüne neden olanlar kendileri üzerinden prim yapmaya çalışacaklardır. Futbol ailesinin değil ama Başta kendi aileleri olmak üzere gerçek manada futbola gönül verenlerin başı sağolsun, mekanları cennet olsun...



                                                 

13 Nisan 2012 Cuma

GALATASARAY İÇİN ADANMIŞ HAYATLAR (Sebahattin ŞİRİN)

       Galatasaray tribünlerinde her zaman gördüğümüz görmeye devam edeceğimiz adamdır. Evet adamdır, ağır bir insandır. Görmeye alıştığınız insanlar gibi tribün liderliğini rant haline dönüştürmemiştir. Önce tüccar olanlara inat önce insan olmaya özen gösterdiği için çok sevilen saygı duyulan bir adamdır. Galatarasay için adanmış hayattır. ultrAinsan yıllarını , gecesini, gündüzünü vermiş ve tribünde o kadar şanı olmasına rağmen asla kibir sahibi değil ona, buna sataşan değil, kendi halinde maneviyatına önem veren bir insandır.

      Gösterişi fazla sevmez bir voleybol maçı sonrası bizzat ben yine tribünden bir abimize reis için bir pankart düşünüyoruz dediğimde aldığım cevap ''Reis gösterişi sevmez pankartı gördüğü an reklam olacağını düşünür kendisinin yaptırdığını düşünen olur diye hemen müdahale eder pankartı toplatır. Aldığım cevap aynen böyleydi ne bir eksik ne bir fazla! Çok kitap okuduğunu bir maç öncesi duymuştuk. Deplasman maçına giderken bile yanından kitap eksik etmediğini biliyoruz. Tribün liderlerinin yanı pek boş kalmadığı için insanların yanlarına kolay yaklaşma şansı pek fazla olmuyor yalnız bir maç seyrederken inanan insanların baktığı gibi baktığını görmek rahatlatır tribünü. Böyle insanların yerinde olmak kolay değil yerini doldurmak çok zor. Neden mi? Söylediğiniz her şey saptırılabiliyor. Söyledikleri medyaya yansıyabilir ve kendi söyledikleri değil aleyhteki bir konuşma şeklinde yayınlanarak bir anda hedef olarak görülebilirsiniz. Malum bizde sosyal medya taraftarlığı son yıllarda aldı başını gidiyor. Bu durumda bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan herkes yorum yapabiliyor. Empati kurmuyor kendisini bu adamların yerine koymuyor, iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batırmaktan ziyade aklına ne eserse yazıyor. Ve bu yazdıklarına söylediklerine başkalarını da çok kolay inandırabiliyor.
                                                                                                                                             
      Her tribünün kendine özgü kendi içerisinde yaşattığı bir vicdanı vardır. En zoru herşeyden zoru tribünün saygısını kazanmaktır. Tribünler başkadır başka türlü yaşar, vaadlere kolay kanmaz bir kişiye çok çabuk ısınmaz.Yeri gelir çok sert tepkiler verir. Tribüne oynamak kolay evet ama tribünü oynatmak kolay bir iş değil. Söylenecek çok şey var ama biz seni hep bu halinle hatırlamak istiyoruz. Çünkü bu duruşunu biz çok sevdik. Bu yazılanlar bir insanlık fotoğrafı çıkartıyor ortaya. Bu kadar insan olunca insanın başı göğe mi eriyor sanki diyebilirsiniz. Bu günlerde çoğu insan yüzünde ki kırışıklıkları yok etmek istiyor, insan bir duruşa, bir hayata, bir yaşama karşılık gelen çizğileri neden yok etmek ister. Riya ve kibrin hat safaya ulaştığı bu dönemde böyle insanları görmek selamlaşmak adamı mutlu ediyor. Bu arada Orhan Ölçen tarafından yazılan Galatasaray tribün tarihi kitabını mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. Tam anlamıyla bir tribün tarihi bir destan..

      Uç nokta;

    Değişme Reis acımıza , sevincimize ve hüznümüze ortak oldun o sette dimdik ayakta durman bize güç katıyor. Hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığı bu ülkede senin göründüğünden başka bir yüzün olmadığı için değişme.. Ve biliyoruz sen değişmeyeceksin Reis değişmeye kalksan bu kez insanlığına ağıt yakacaksın.




     Şimdi söylenecek tek bir söz kalır geriye; Bu alemde Reis... Gerisini siz getirin...










Fotoğraf sosyal paylaşım sayfasından alıntıdır.

                                                           
                                                                         
                                                             
 

25 Mart 2012 Pazar

BİLMEMEK DEĞİL SORMAMAK AYIP

     Eğitim nedir?
     
          Bilginin gerekliliğini, bilgi birikiminin gerekliliğini, düşünmeyi, sormayı, sorgulamayı, düşünceleri serbest bırakmayı, yetenekleri geliştirmeyi, ezberlemeyi, okulu öğreteni, öğrenileni ve paylaşmayı yeniden düşünmemize işaret eden parçaların bir araya gelmesi ile oluşan bir bütündür.


         Daha müfredat bilmiyorsun şimdi burda ahkam keseceksin diye düşüneceksiniz ki bende nasıl ahkam keseyim diye düşünmüyor değilim. Milli Eğitim 4+4+4 olarak yeni bir sistem üzerinde çalışıyor ve bu çalışmaya başlarken özellikle ''sanayici ve esnaf kesimin istekleri doğrultusunda böyle bir oluşuma ihtiyaç duyulduğu için'' böyle bir projenin tasarlandığı açıklanıyor.


         Peki  sanayici ve esnafın taleplerini göz önüne alarak bu gelişim sağlanabiliyorsa lağv edelim Milli Eğitim bakanlığını zaten eğitim sistemi çökmüş 12 yıl temel eğitim alan bir öğrenci Öss den sıfır(0) puan alarak dönüyor. Siyaset bilimi okuyan bir kişi TBMM'nin diğer adının Parlamento olduğunu bilmiyor. Bundan daha kötüsü olabilirmi olamaz. En dip nokta burası ama bizim zeki insanımız 4+4+4 toplamını hala 40 yapmaya çalışıyor. Yani bu konuda dahi ciddi olamıyor gerçi bu sayılardan 40 çıkmıyor diye yakınırken şu işlemi yaparsak 40 çıkacağını dahi bilmiyor. (1+4) x (4+4) = 5x8 =40 bu işlem yapılsa sonuç 40 çıkıyor oysa.

  
         Fatih Projesi ile İstanbul'un fethini aynı mantığa akla sığdıran yöneticilerin olduğu bir bir ülkede yaşıyoruz. Ve o ülkede öğretmeni olmayan okullara ücretsiz kitaplar dağıtılıyor. Yine aynı ülkede maaşı yetersiz kaldığı için taksicilik dahil ek iş yapmak zorunda kalan öğretmenler varken geleceği düşünüyoruz diye sloganlar üretilip tablet bilgisayarlar dağıtılıyor. Ve öğretmenin maaşında yaprak bile kıpırdamıyor.

    
                                                                   

        Hiçmi iyi tarafı yok gelen nesil genç yaşta seçimini yapacak ve kendi yaşam standartını belirleyecek diye düşünüyordum ki burda insanın mantığı devreye göriyor ve şöyle diyor pardon ama 4. sınıfta o meslek seçimini öğrenci değil ailesi yapar. Bu ülkede liseyi bitiren ve ne olacağına karar veremeyen insanlar var. Üniversiteyi kazanan ve istediği bölümü bitiren buna rağmen istediği işi yapamayan insanlar var.

    Uç nokta;
   
         4+4+4 lük eğitim sistemine 6 yaşında başlayan bir çocuk yaşı 19 olana kadar bu sistemin içerisinde kalacak. Abi bu kişi üniversiteyi kazanamadığında ne yapacak? Bizim ülkemizde malum herkes üniversite okuyamıyor. Çocuk yaşta çalışmaya başlayan birisi olarak okumasınlar gitsin çalışsınlar demiyorum ama bu memleketin çiftçiye, terziye ihtiyacı yok mu?


         Herkesin bende dahil anlama kapasitesi farklı diyelim ki kazanamadı bu kişi üniversiteyi kim 19 yaşında bir vasıfsız kişi işe alıyor bu devirde sbs, lys, ygs, öss, kpss yi nasıl yapar diye soruyor insan kendisine. Eğitim sisteminin nesnel olması gerekmez mi? Eğer sorulan soruların kesin cevapları yoksa ele alınan konuda verilen her cevap doğru kabul edilir ve üzerine yorumlar yapılabilir. Soruların kesin cevapları varsa eğer bu en başından sonuna kadar değişmemesi yani ilkokuldan üniversiteye kadar aynı kalması gerekir. Bildiğiniz ve gördüğünüz gibi böyle bir durum söz konusu değil. Böyle bir durum yokken eğitim sadece diplomadan ibaret kalıyor. Çünkü bizim eğitim sistemimiz bilmeyi ve öğrenmeyi değil, sanayici ve esnafa uyum sağlamayı öğretiyor.

14 Şubat 2012 Salı

Biz Büyüdük Ve Kirlendi Dünya

     Bazen insan eskilere bakmalı eski fotoğraflara baktıkça küçülmeli. Çocukluğunu dinlemeli annesinden, dedesini hatırlamalı, babasının aldığı oyuncakla geçirdiği saatler canlanmalı gözünde neler yaptığını göz önüne getirmeli. Oturup amcasıyla bir çay içerken okula başladığı günler aklına gelmeli ve daha dün yediği yemeği hatırlamalı. Yaramazlık yaptığı zamanlarda hışımla gelen 38 numara anne terliğinden sakınmalı kendisini sonra yavaş, yavaş büyüyerek gecmişteki çocukluk anılarıyla bu günlere geldiğini görerek şaşırmalı.
                                                                           
                                             
                                                                   

      Çocuk olmak kaybedeceğiniz bir masumiyete sahip olmaktır aslında. Çocuk olmak küçücük şeylerle mutlu olup herkesi iyi zannetmekti, istediğin herşeyi söyleyebilmekti, anne kucağında baba omuzunda durabilmekti. Çoğu zaman hayal dünyasında yaşayıp oyuncaklarla arkadaş olabilmekti. Çocuk olmak süperman'a inanmak büyüdüğünde dünyanın değişeceğini herşeyi yapabileceğini düşünmekti.

     Her insanın yürüdüğü bir yol var ve yolun tam ortasında durup arkasına dönmek önünüzü tam anlamıyla görememenize çoğu zaman neden olur. İnsan önünü göremediği zaman dönüp arkasına bakmasıda hiç bir fayda sağlamaz.

                                                                   


     İnsan çocukken oyun oynadığı yerleri görmeli yaşadığı eve gitmeli kendi içinde yaşattığı çocukla konuşmalı bazen çocukluk yapıp yeniden büyümeli! Her insan arınmaya ve tazelenmeye ihtiyaç duyar psikoterapi bilimi insanı incelerken sürekli çocukluğundan başlar ve her zaman yolların başını hatırlatır. Bu yolları görmeden yaşamadan kendi yolunu nasıl bulur insan.

    Şair demiş ki;

 '' Bugün ağla çocuğum yarın ağlayamassın şimdi anladığını sonra anlayamassın''





26 Ocak 2012 Perşembe

TESTİYİ KIRMADAN ÖNCE

          Fransa parlamentosu Ermeni soykırımı yoktur diyene ceza verme tasarınını kabul ettiği bir dönemi hep beraber gördük ve yaşadık. Bu dönemde en fazla duyduğumuz ve alışık olduğumuz cümle ''oy hesabı'' yapıldığı için böyle bir karar alındı şeklinde oldu.
                                                                    
        Biraz propaganda yapalım. Kime kimin propagandasını yapıyorsun demeyin. Önce biz bilelim, biz bilelim ki başkalarına doğru anlatalım meseleyi. Peki Fransa sadece oy hesabı yaparak böyle bir karar almış olabilir mi? Kabaca bir hesap yaparsak eğer Fransa'da yaşayan Ermeni vatandaşı nüfusunun ortalama 500.000 olduğunu söyleyebiliriz. Peki Türk vatandaşı ne kadar bu rakamdan daha azımsayacağımız bir ölçekde değil emin olun. Tasarının parlamentoya geleceği gün Türk vatandaşları bir eylem gerçekleştiridi ve televizyonlardan takip ettiğiniz gibi yaklaşık 50.000 vatandaş bu mitinge katıldı. Bir düşünün bu nasıl oy hesabıdır. Beşyüzbin Ermeni varsa daha fazla Türk vatandaşı var der insan mutlaka bu nüfusun araştırması yapılmıştır.

                                                                             

        Ama ortada çok dramatik bir gerçek var. Bizim Fransa da oy kullanacak vatandaşımızın sayısı 150.000-200.000 arasında değişiyor. Yani 300.000 kişi kaçak ya da farklı pasaportlara sahip. Farklı bir açıdan da bakalım bu nüfusun çoğu terör örgütünün yurt dışı yapılanmasında yer alıyor ve  bu yapılanmanın en kalabalık olan noktası Fransa. Ayrıca bu mitinge Avrupa'nın yakın başkentlerinden Bürüksel ve Berlin den otobüsler dolusu insan gitti ve 50.000 civarından vatandaşımız sesini duyurmaya çalıştı. Avrupada yaşayan vatandaş bu duruma ilgisiz çünkü onlarda artık bizim gibi kültürümüzü ve Tarihimizi açık bir şekilde anlatan kaynak bulmakta zorlanıyor.Millet olarak dış politikamız gider'e gider şeklinde işliyor ve temel bir kınama prensibimize bireyler olarak ayak uydurmakla yetiniyoruz.  Anlaşılabilir değerler gözler önüne  getirilemeyince kaçınılmaz son bu şekli alıyor.

      Avrupa'da elinde bulundurduğu herşeyi bütünü ile sahiplenme anlayışı hakim doğal olarak bizim kültürümüz ile fazla uyuşmuyor. Bizim inanç ve geleneklerimizden gelen yaşam felsefemizde insan önsafhadadır, herzaman insana değer verilmiştir. Bu neden bizim emperyalist bir toplum olmadığımızı, olamayacağımızı gösteren en belirgin örnektir.

       Bu arada; Fransız askeri ateşesi Franklin Bouillon Türk İstiklal Harbi sırasında Ankara'da Mustafa Kemal paşaya ile bir akşam yemeği sırasında ''KAĞNI KAMYONU YENEMEZ'' demiştir.

       30 Ağustos 1922′de Dumlupınar Meydan Savaşı’nın kağnıların taşıdığı silah ve cephanelerle kazanılacağını nereden bilebilirdi ki!!

      Haberiniz olsun;

      Tasarının kabulünün ardından meclis bahçesinde Ermeni dostlarıyla şampanya patlatarak kutlama yapan Valerie Boyer, Dağlık Karabağ’a giderek Azerbaycan ile Fransa arasında diplomatik kriz çıkarmıştı. Ey Türk istikbalinin evladı mevzuyu anlıyorsun değil mi?

16 Ocak 2012 Pazartesi

KISSADAN HİSSE

          Anlatılan bir olaydan alınacak ders ya da geçmişteki bir olayı dengi ile anlatılması durumunda ortaya çıkan bir fikir oluşumu bir algı.

        Kısadan başlayalım öyleyse;

                                                                                             
                Derviş; Bohçanda kaç elma var?                                            

                Köylü: İnsan sevdiğine götürdüğünü sayarmı hiç!        

                Derviş: Elindeki tesbihi avcunun içinde parçalar!

      Diğer bir hisse de insan düşüncesinde saklıdır ki şu şekilde ele alınabilir;

                 Öğrenci: Hocam diye sormuş. İnsan maymunun gelişmiş şeklidir diyorlar! Ne dersiniz?

                 Hoca: Ona mantığa göre çınar ağacı da maydanozun gelişmiş şeklidir!


(Bu arada insanın maymundan geldiğine inanmıyorum ama bazı insanların maymun olma çabaları beni hayrete düşürüyor)

Birde zorbalık boyutu var ki evlere şenlik bir hal alır. Alışılagelmiş bir safhaya yayılması kaçınılamaz.

Kurdun biri ırmağın kenarında su içerken, az aşağıda, sürüden ayrılmış bir kuzu görür. Ona saldırmayı kafasına koyar ve sataşmak için bahane aramaya başlar.

''Alçak! İçtiğim suyu bulandırmaya nasıl cesaret ediyorsun? diye bağırır kuzuya. Bağışlayın beni der kuzu usulca. Su, benden size doğru değil, sizden bana doğru geliyor. Ben nasıl suyu nasıl bulandırabilirim ki?

Pekala der sertçe kurt. Bir yıl önce bana neden arkamdan küfür ettiniz? Kuzu; ama bir yıl önce ben daha doğmamıştım ki der!

Öylemi, olsun sen olmasan bile annendir der kurt. Boşuna kendini yorma ben seni yemeyi kafama koydum.

Şunu anlatmaya çalışıyorum. Zorba kişi her zaman zorbalığına bir bahane bulur. Bu kişi haksızlığa direndiği sürece kişinin hakkını aramasıda doğal olarak zordur.

    Uç nokta:

Herşey eskiyi çağırıyor bu günlerde. Hüküm veriliyor sokak ortasında helal lokmana. Sabır bir dayanma gücünden öte insanın omuzundaki dua, sözlerindeki mana, yüreğindeki merhamet ve gözlerindeki cümlelerden ibaret. Kimse bize yaren olmaz, yar olmaz. Dünya bomboş olsa bize yer kalmaz. Mertlik hırkası üzerimizdeyken.

   Kısacası;

 BİZ SİYAH'A BEYAZ DEMEDİKÇE ...







                                                       

10 Ocak 2012 Salı

HALİMİZ AHVALİMİZ

 
   Leyla Zana demiş ki;

      Silah Kürtlerin sigortasıdır.

        Baştan söylüyorum;
 
         Nobel barış ödüllerine bu kadın aday gösterilmiştir. Bu olay her kürdü pkk lı olarak görmeyen, ancak Leyla  Zana denilen şahsın pkk lı olduğunu bilen herkesi şaşırtmıştır. Şaşırmadım dinamiti bulan kişinin vasiyeti  dünyanın huzur bulması için yeterli olmaz. Bu arada nobel barış ödülleri dinamiti icad eden Alfred Nobel'in vesiyeti üzerine barışı ayakta tutmak adına her yıl düzenlenmektedir.

        Seferberliğin birinci adımı silahlanmaktan geçmektedir ve burada herşeyin fiyatı bellidir. Ölümü satın almanın da, satmanın da bedelinin ağır olduğunu aklı başında izan sahibi herkes bilir.

       Silah kürt'ün sigortası falan da değil başının belasıdır. Oradaki silahlar işsiz insanları daha da zor bir durumda bırakmıştır. Nasıl mı? Bir baba düşünün iş güç yok yaz aylarında bağ bahçe ve ufak tefek hayvancılıkla idare eden belirli bir işi olmayan baba. Yaşadığı ilçenin çarşısında akşama kadar oturan turlayan ilçeye haftada bir gelen un ya da sebze kamyonunu boşaltarak üç beş kuruş eline geçen bir baba düşününün hayal edin okula gidebilmek için köyden ilçeye 7 km yolu yaz kış demeden yürüyen bir öğrenci düşünün mesela o bölgede askerlik yapan şehit olan gazi düşen kürt çocukları düşünün! İnsanlık paraya mı bağlı yoksa para insanamı bağlı ya da bu insana mı bağlı!!

       Sigorta nedir diye kabaca düşünülürse insanın mal ve can sağlığını belirli sınırlar içerisinde kontrol altında tutmayı hedefleyen bir finansal güvence biçimi ortaya çıkar. Panzer mermileri ile oyun oynayan çocukların geleceğinini bu şekildemi sigortalıyorsunuz. Bir sonraki seçim sloganınız ''sigortalatmak başka, eylem yapmak başka'' mı olacak. Halkların kardeşliği diye diye yemediğiniz kalleşçe halt kalmadı. Doğu anadolunun en ücra köşelerinde yaşamış biri olarak diyorum ki, unutmadan oralara günlük gazeteler hala öğlen saat 12 civarında gelir! Bana Kürt ya da Türk diyebilirsiniz. Kürt kelimesi ile biraz oynayınca anlam Türk oluyor. Ortada bir mücadele varsa biz o mücadele de Türk milletinin yanındayız olmamız gereken yer, cebren ve hile ile insanları öldüren, yaralayan, sakat bırakan bir ideoloji değildir.

       Şairin dediği gibi;

 '' Kaç balta yarası var siz şu çınara bakın Çanakkale'ye bakın Dumlupınar'a bakın. Elinizde bir harita, kafanızda bir plan. Amerika, İsrail, Avrupa falan, filan. Toprak alabilseydi onlar alırdı ulan''